Güne pozitif bir enerjiyle başladım. Harika bir sabahtı, hiç zorlanmadan yatağımdan kalktım ve hızlı bir duş aldım. Nedendir bilinmez kendimi çok mutlu hissediyordum ve tüm günümün aynen böyle geçeceğine emindim. Hayat çok güzeldi, güneş tam tepede parlıyordu. Renkler bugün gözüme daha bir parlak görünüyordu. Dışarıda öten kuşların sesini duyuyor ve hepsinin kafasını kopartmak istiyordum.
Tanrım, kimi kandırıyorum ki? Her şey berbattı.
Güne pozitif bir enerjiyle falan başlamadım, zaten geceden kalmayken nasıl pozitif enerji yüklü olabilirdim ki? Berbat hissediyordum, başım ağırıyordu ve midem bulanıyordu. Üstelik kokuyordum, duş almama rağmen kokuyordum, ölü bir balık gibi kokuyordum. Saçlarımı yapmaya üşenmiştim ve gözlerimin önüne düşüp tüm görüş alanımı kapatıyorlardı. İçimde önüme gelen herkesi tekmeleme isteği vardı, hatta bu isteği bastırmamış salonun ortasında boylu boyunca uzanan Chen'i tekmeledikten sonra kapıya gitmiştim. Her şey midemi bulandırıyordu, renkler gözüme batıyor ve güneş tenimi yakıyordu. Bir sabah ancak bu derece iğrenç olabilirdi, bir üst düzey iğrençliğini büyük ihtimal savaş çıkarsa falan görecektik.
Ve bu sabah içimeki kötü de benimle birlikte uyanmıştı resmen, mutfakta kahvaltı yaparken kalan portakal suyumu Tao'nun çiçeğine dökmüştüm. Xiu ve Luhan'ın odasını kilitleyip anahtarı odama saklamış ve kendi odamın da kapısını kilitlemiştim. Amber'ın salonda unuttuğu bilgisayarına "götkafalılama" diye şifre koymuş o da yetmemiş Chen'i tekmelemiştim. Tüm bu çocukluklar yolda da devam etmişti, bana bakıp gülümseyen bir kıza 'sen hayırdır?' bakışı atıp kızın suratının beş karış asılmasına neden olmuştum. Ve tabi tüm bu eylemleri yaptıktan 2 dakika sonra pişman olmayı beklemiş fakat herhangi bir sızı, vicdan azabı, üzüntü hissetmeyince yoluma devam etmiştim.
Şirkette gün devam ederken ben de surat asmaya devam ediyordum. Kim Jongin henüz bir köşeden fırlamamıştı, bunun için şanslı olduğumu söyleyebilirdim fakat biliyordum ki şans asla benden yana olmazdı. O kadar şanssızdım ki Panem diye bir yer gerçekten var olsaydı ve ben orada bir ihtimal Capitol insanı olarak dünyaya gelseydim o sene Capitol'den de haraç toplanırdı ve ben arenada ilk ölen insan olurdum. İşte şanssızlığım bu boyuttaydı. Bundan dolayı fazla umutlanmıyordum, büyük ihtimal en beklemediğim anda Jongin bir yerden çıkacaktı.
Bu yüzden olabildiğince masama gömülmüş kıpırdamamaya çalışıyordum. Yemek saatine kadar orada oturacak ve yemek saati geldiğine Lay'i arayıp planımı devreye sokacaktım. Şimdilik yapabileceğim en iyi şey kafamı hiçbir şey anlamadığım dosyalara gömmekti. Hem böylelikle insanlar yüzümü görüp ofise zombi girmiş diye endişe etmezlerdi. Durduk yere tüm ofisi ayağa kaldırmaya gerek yoktu.
"Hey, gördün mü şunu."
Tabii DakHo beni rahat bırakırsa, adamın dünyaya geliş amacı çok konuşmak falan olmalıydı. Sadece boş boş konuşarak para kazanabileceği bir iş olsaydı adam şu anda milyonerdi be.
"Neyi?" Kafamı gömdüğüm yerden kaldırmadan söyledim, DakHo ise bundan tatmin olmamış gibi kolumu dürtmeye başladı.
Sonunda kafamı kaldırıp DakHo'nun işaret ettiği yere baktım. Hiç de ilgi çekici bir şey yoktu, birkaç tane adam yeni bir kahve makinesi getirmiş eskisini söküyorlardı işte bunda garip olan ne vardı.. derken...
Aman Tanrım!
Aman Tanrım...
Gördüğüm şey gerçek miydi? Yeni bir kahve makinesi? Yepyeni bit kahve makinesi? İnanamıyordum, o gördüğüm yeni bir kahve makinesi olamazdı!
"Kim Jongin göndermiş, adam bir de kahveyi beğendiğini söylemişti."
Evet öyle söylemişti, kahvenin güzel olduğunu söylemişti. Bu da demektir ki bunu yapmasına tek bir şey neden olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secrets // sekai
Fanfiction"Ağzın da baya bozukmuş." dedim hiç istifimi bozmadan. "Bir de eğer beni şu anda öpmeye niyetlendiysen, hala dişlerimin arasında kusmuk parçaları var ona göre hareket et." *Sır Tutabilir misin?* kitabından uyarlamadır.