4

11.7K 1.1K 333
                                    

Şirkete hakim olan karmaşa başımı döndürüyordu. Ben büyük bir umutsuzluk havuzunda boğulurken insanlar heyecanlıydı. Karalar bağlamaya içimdeki tüm bayrakları yarıya indirmeye hazırdım. Bir işin daha sonuna gelirken yayında ve yapımda emeği geçen herkese teşekkürlerimi iletiyor benim ardımdan gebermelerini temenni ediyordum.

Sung ile hala konuşamamıştım, ortalıkta görünmemesi onun da karmaşaya kapılan insanların arasında olduğunu gösteriyordu. Gerçi kim kapılmamıştı ki? Lay bile Halkla İlişkiler departmanından bizim kata gelmiş ve Kim Jongin'in gelip gelmediğini sormuştu. İlk katta olduğumuz için ilk bizim departmanı ziyarete geleceği söyleniyordu. Ve herkes her an bayılmaya hazır gibiydi. En ufak bir aksilik bile büyük patronun canını sıkabilirmiş gibi herkes etrafı toplamakla ve düzenlemekle meşguldü.

Ve bunların hiçbiri benim umrumda değildi, insanların paniklemiş hallerine bakıp normal bir zamanda olsaydık kahkaha atabilirdim fakat gergindim. Gözlerim her tarafta Sung'ı arıyordu. Bir ihtimal onunla konuşup yumuşamasını falan sağlayabilirdim. Masamın üzerinde duran birkaç çöp parçasına bakarken Sung'ın ofisi doldurdan sesini duydum. Bir ok gibi yerimden fırlamaman imkansızdı. Ona doğru koşarken normalde olsa herkes bana garipseyen gözlerle bakardı fakat şu anda kimsenin beni umursayacak mecali yoktu.

"Sung." dedim sesimi ona duyurmaya çalışarak. Beni fark eder gibi bir hali yoktu, daha çok elindeki dosyaları taşımaya uğraşıyordu.

"Sung." Bu defa yanına ulaşmayı başarabilmiştim, kibarlık olsun diye elindeki birkaç dosyayı kendi kucağıma alıp parlak bir gülümseme edindim.

"Nasılsın Sung? Keyfin yerinde mi?"

"Git başımdan Sehun." Bir an frozendaki Anna gibi okay bye yaparak arkamı dönüp yürümeyi düşünsem de anında vazgeçtim.

"Heycanlısın ha?" diyerek şansımı zorladım. "Kim Jongin, koskoca Lowill Kimyasalın kurucusu, büyük deha. Buraya geliyor!"

"Farkında olman ne güzel, şimdi git masanı topla çöpleri buradan görebiliyorum."

Tanrım, ağlamak istiyordum. Sung olduğundan onlarca kat daha gergindi ve belliki hala diğer şirket ile olan antlaşmanın imzalanmadığından haberi yoktu. Bu gerginlikle öğrenir öğrenmez beni kovacaktı, bitmiştim.

Sung benimle muhattap olmadığı için dosyaları hemen masasına bırakıp kendi masama geri döndüm. Herkes başka bir alemdeydi, konuşmalar anlamadığım bir seviyede ilerliyordu. Erkekler, Kim Jongin ile konuşma fırsatı bulup ona 'parlak fikirler' sunmak istiyor, kadınlar ise kimseye çaktırmadan makyaj yapmaya çalışıyorlardı. Bense, boynumu bükmüş acı çekiyordum.

"Tanrım şu haline bir bak." DakHo sonunda ortalıkta sürtmeyi kesip benim masamın yanındaki masasına oturdu. Dalga geçer gibi önce saçlarıma ardından kıyafetime baktı. Aynı şekilde ben de gözlerimi ona diktim, saçlarını inek yalamış gibi geriye yatırılmıştı ve takım elbisesi düğüne gidecekmiş gibi parlaktı. Bense her zamanki gibiydim işte, üstüme bir gömlek giymiş altıma da siyak bir skinny çekmiştim. Sonuçta bir asistandım, takım elbise giyip gidecek halim yoktu değil mi?

"Ne varmış halimde?" diye çemkirip yediğim çikolata kabını masamdaki çöp yığının yanına ekledim.

"Kim Jongin geliyor." dedi. "Bu Tanrının dünyayı ziyaret etmesi gibi ve sen şu kılığına bak. Şirketin içine neden dilenci aldığımızı falan soracak."

Ve çok komikmiş gibi koca bir kahkaha attı, bense bakışlarımı başka bir tarafa çevirip hiç duymamış gibi yaptım. Her zamanki gibi. DakHo'nun hayatının tek eğlencesi bana laf sokmaktı ve benim üstümdü. Ne diyebilir ya da ne yapabilirdim ki?

Secrets // sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin