12

10.6K 988 276
                                    

Mesela bunu bana kaderimin oynadığı bir oyun olarak düşünebilirdim. Ama kadere kesinlikle inanmıyorum. Yani, hadi ama çalıştığım şirketin daha önce hiç görmediğim patronu lanet bir uçak yolculuğunda karşıma çıktı ve ben de kalkıp ona her şeyimi anlattım. Bunun kaderle ne alakası var? Eğer uçak düşseydi ve sadece ikimiz sağ kalsaydık, bir adada senelerce bulunmayı falan bekleseydik asıl bu kader olurdu. Ama bizim durumumuzla kaderin alakası yok, öyle asansörde falan karşıma çıktı diye kalkıp adamın benim kaderim olduğunu söyleyemem.

Doğrusunu söylemek gerekirse bugünü Jongin'i görmeden bitirmeyi umut ediyordum. Ama ben vakti zamanında milyarder olup kendime şirin bir sarı vosvos almayı da umut etmiştim, tabi bunları ayrı ayrı umut etmiştim, yoksa sarı vosvos alabilmek için milyarder olmaya falan gerek yok. Her neyse olayın özü ara sıra böyle küçük şeyler (evet gayet küçük şeyler, milyarder olmanın neresi büyük?) umut edebiliyorum. Ama benden bahsediyoruz.. Umut ettiğim ne gerçekleşti ki şimdiye kadar? En olmadık yerde ve en olmadık zamanda Jongin karşıma çıkıyordu zaten, nasıl günü onu görmeden bitirmeyi düşünebilmiştim ki? Tanrı korusun, onu görmezsem dünyada sağlam bir savaş patlak verebilirdi.

Her neyse sonuç olarak karşımda duruyordu işte. Ben yorgunluktan ölmek üzereydim evet ama onun da benden pek bir farkı yoktu. Uyumamak için mücadele ediyordu, gözleri kan toplamış omuzları hafifçe çökmüştü, fakat o buna rağmen beni gördüğü an yüzüne buruk bir gülümseme kondurdu. O an içimden sıcak bir şeylerin aktığını hissettim, kalbim yorgunluğumu falan umursamadan daha hızlı atmaya başladı. Göz kapaklarım sırf gözlerim bu görüntüyü daha fazla görsünler diye oldukları yerde sabit durdular ve göz bebeklerim ani bir manevrayla daire şeklinden kalp şekline geçiş yaptılar.

Beynimden ise şunlar geçti, bu adam dengesiz mi? Bunu ciddi anlamda düşündüm. Evet Jongin çok harika gülümsüyordu, tüm iç dengemi alt üst edebilirdi, eriyip jole kıvamına geçerek yerlerde süzülebilirdim. Jongin o kadar harika gülümsüyordu ki gülümsemesi uğruna ölebilirdim, ama adam gülümsüyordu. Sanki daha bu sabah üstüme bağırıp bana haddimi bilmemi ima eden o değilmiş gibi üstelik. Her ne kadar üstüne atlayıp dudaklarına yapışmak istesem de Tanrı aşkına, tıpkı onun da dediği gibi sadece bir asistan olduğumu unutmamalıydım.

Küçük bir adım atıp asansöre girerken son derece gergindim ve normal bir gerginlik değildi bu, fark etmiştim ki Jongin'in yanındayken tüm duygularımı en uçlarda yaşıyordum. Aşırı gergin, aşırı sinirli veyahut aşırı azmış ki bunun sonuçları pek iyi olmamıştı. Tıpkı bir önceki yolculuğumda yaptığım gibi dosyaları bir kenara bırakıp onuncu katın düğmesine basmak için doğruldum fakat zaten basılmıştı. Pekala, eğer halkla ilişkilerde bir toplantı varsa bu Jongin'in de orada olacağı anlamına geliyordu.

Asansör sonunda hareket etmeye başladığında Jongin, "Yorgun görünüyorsun." diye mırıldandı. Homurdanmamak için kendimi zor tuttum. Gözlerini benim üzerime diktiği için gözlerimi dahi deviremedim. Çok da umrundaydı sanki..

"İyiyim efendim." derken ses tonumu düz tutmaya özen gösterdim. Eğer o onunla seviyeli bir şekilde konuşmamı istiyorsa ben de öyle yapacaktım.

"Surat asıyorsun."

"Biraz yorgunum Bay Kim."

"Az önce yorgun musun dediğimde iyi olduğunu söyledin?" Ah Tanrım, her şeye bu kadar dikkat etmek zorunda mıydı yani?

"Şimdi fark ettim ki yorgunum, ama şikayetçi değilim şirketiniz için daha verimli bir çalışan olacaksam yorgun olmak sorun değil efendim." Ses tonumda hiçbir alay belirtisi yoktu, buna rağmen Jongin'in bu cümlenin altında yatan alayı son derece iyi anladığına emindim. Konuşurken dümdüz önüme baktığım için ne tepki verdiğini göremiyordum, ona dönmek istediğim en son şeydi.

Secrets // sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin