Acıyı dindirmek için elinden hiçbir şeyin gelmeyeceğini bilmek acıyı daha da katlanılmaz kılıyor. Acının insana vurduğu ilk an diye bir şey var, ilk hissettiğiniz an. Normal insanların sadece ona odaklandıklarını biliyorum, düşünemiyorlar, akıldaki tek şey acının ta kendisi oluyor, ne kadar da can yaktığı... Fakat ben öyle değilim. O ilk anda binlerce şey düşünüyorum. 'Ne yapacağım? Bu acıyı nasıl durdurabilirim? Alışacak mıyım? Alışmak zorundayım. Alışmak zorunda olmak istemiyorum. Bu acıyı istemiyorum.' Ve bu durumu daha da kötü bir hale sokuyor benim için, acı yetmezmiş gibi bir de umutsuzlukla cebelleşiyorum o an. Çektiğim acının son bulmayacağını, ona alışamayacağımı, alışsam da fazla zaman geçmeden daha kötüsünü hissedeceğimi bile bile çekiyorum onu.
Chanyeol'ün odasından çıkarken titremeye devam ediyordum, kafamda tüm bunlar dönüp duruyordu. O kadar çok duygunun içinde sıkışıp kalmak boğuluyormuşum gibi hissetmeme neden oluyordu. Binlerce şey geçiyordu aynı anda aklımdan fakat en baskın olanı cevabını asla bulamayacağım olandı. Ne yapacaktım? O andan sonra ne yapabilirdim. Beni hayata bağlayan tek sebebim de elimden alınmışken, hayır, aslında o sebebin hiç var olmadığını öğrenmişken nasıl yaşayabilirdim?
Bedenim buna cevap arıyor ve cevaba ulaşamadığı her saniye biraz daha vazgeçiyordu ruhumdan. Nefes alamadığımı hissediyordum. Ne kadar uğraşsam da o kapının önünden ayrılamıyor, yine de kendimi zorlamaktan vazgeçmiyordum. Ve bu defa elimde zor zamanlarımda beni avutacak hiçbir şey yoktu. Her umutsuzluğa kapıldığımda onun beni sevdiğini söyleyemeyecektim, aksine bir kere daha kandırılmanın acısı olacaktı üzerimde.
Orada öylece durmaya devam ettim. Belki sadece birkaç saniye olmuştu bulunduğum konuma yerleşeli ama bana günler geçmiş gibi geliyordu. Panik ara sıra bedenimi dürtüp geri çekiliyordu. Felce uğramış gibiydim, kıpırdayamıyordum fakat içimde kopan fırtınaların haddi hesabı yoktu. Hayatımın yarısından fazlasının hayal kırıklığıyla dolu olması yetmiyormuş gibi bir yenisini daha eklemiştim onlara.
Ve ardından onu gördüm, tam karşımda durmuş beni izliyordu. En güçsüz olduğum ana şahitlik ediyor belki de bundan keyif alıyordu. Yüzündeki ifadeyi çözemeyecek kadar perişan haldeydim o an. Fakat düşüncelerimin beni boğmasına engel değildi perişan halim. Bu defa 'biliyordu' diye düşündüm, elbette biliyordu. Beni yanına çağırması, Lay'le ilgili yaptığı anlamsız konuşma, ismine bile bakmadığı dosyayı elime tutuşturup beni Chanyeol'ün odasına göndermesi, tüm bunların hepsini bilerek yapmıştı. Hiçbir şey tesadüf değildi belki de, benim mesaide olmam, onun şirkette olması. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Beni herkesten daha iyi tanımanın avantajını kullanıyordu belki de, bunun beni nasıl inciteceğini bile bile göndermişti beni bu odaya. Kötüydü, bir çocuğun elinden tek oyuncağını alacak kadar, hasta bir insanın son nefesini ondan çalabilecek kadar kötüydü.
'Buradan çıkmalıyım.' diye düşündüm, ve bu defa gerçekten zorladım kendimi bedenimi hareket ettirebilmek için. Nefes alamıyordum. Kendinden küçük bir kutunun içine sıkıştırılmıştı sanki kalbim ve umutsuzca çarpmaya çalışıyordu orada. Ellerim titriyor ve kenetlenemiyordu birbirine. Yabancı değildim bu hisse fakat alışmış olmayı dilerdim. Her şeye yaptığım gibi bunu da görmezden gelebilmek, umursamamak isterdim fakat elimde değildi.
Sonunda hareket etmeyi başardığımda ancak birkaç adım atabildim, bedenim her an bir pelte misali yere yığılacaktı sanki. Kendimi toparlamam uzun sürmedi, karşımda duran Jongin kendimi toparlamamdaki en büyük etkendi. Birkaç adım daha attım, sonunda tam karşısında duruyordum ya da o özellikle benim karşıma geçmişti, anlayamıyordum. Bulanık bir suyun içinden bakıyordum sanki ona, sadece orada olduğunu görüyor ona dair hiçbir ayrıntıyı tam olarak seçemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secrets // sekai
Fanfiction"Ağzın da baya bozukmuş." dedim hiç istifimi bozmadan. "Bir de eğer beni şu anda öpmeye niyetlendiysen, hala dişlerimin arasında kusmuk parçaları var ona göre hareket et." *Sır Tutabilir misin?* kitabından uyarlamadır.