Öyle bir geceydi ki sürekli ağlamakla çığlık çığlığa bağırmak arasında gidip gelmiş fakat ikisini de yapamamıştım. Yine de son derece zevkliydi diyebilirim. En azından Lay için, benim için ise durum işkenceden farksızdı. Sakin başlayan bir ön sevişme yerini deliğimin paramparça olmasına neden olan bir sevişmeye bırakmıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde Lay'in içimi kızgın bir demirle dağladığını dahi bile düşünmüştüm, eğer normal bir zamanda Lay bu kadar ileriye gitseydi kesinlikle bayılabilirdim fakat normal bir zamanda değildik. Hatta normal bir haftada bile değildik. Tüm gece boyunca aklımı işgal eden tek şey Jongin'in hattın diğer ucunda bizi dinlediğiydi. Bu o kadar endişe vericiydi ki düşünmekten bilincimin kapanmasına izin veremiyordum. Lay'in arzudan kaynaklandığını düşündüğü tüm o kızarmalarım aslında utançtantı.
Gecenin sabahına ise felaketle uyandım. Lay, uyanmamı beklemeden giyinip gitmişti, başucuma para koyup bir de 'harikaydın bebeğim' diye not bırakmamasına şaşırmıştım hatta. Arından zorla da olsa kendimi yataktan ayırmayı başardım. Yürümek bile işkence gibiydi. Çalan telefonuma ulaşırken bir yandan da tüm gün aşağıdaki salonda yatıp televizyon izlemenin hayallerini kuruyordum, ertesi gün normal yürüyebilmem için dinlenmem şarttı.
Fakat her zamanki gibi hayat planlarımın içine sıçmaktan çekinmiyordu. Arayan sevgili departman müdürümüz Sung'tı. Sinirliydi ve telefonu açar açmaz bağırmaya başladı.
"Hemen şirkete gel." dedi sanki herhangi bir duyma sorunum varmış gibi bağırarak. "Bay Kim Japonya'ya dönene dek haftasonları da çalışacağız. Yarım saate burada ol."
Ardından ağzımı açıp itiraz etmeye fırsat bulamadan telefonu yüzüme kapattı. Bense birkaç saniye anlamsızca ekrana bakmayı sürdürdüm. Birilerinin gelip bunun bir şaka olduğunu falan söylemesini bekledim, ya da büyük büyük dedemden kalan miras haberinin tam o anda gelmesini falan. Tabii bunların hiçbiri olmadı, eğer işe gitmezsem Sung'ın beni pazartesi paralayacağını bildiğimden kalkıp hazırlandım. Takım elbise olaylarına hiç giremeyeceğim için altıma bir skinny üstüme de beyaz bir tişört geçirdim. Saçlarımı olduğu gibi bıraktım, bacaklarımın arasında bir top varmış gibi yürüyordum fakat yapabileceğim bir şey yoktu.
Tam evden çıkmak üzereyken Chen'in tişörtümün arkasında bir delik olduğunu söylemesi birkaç saniye duraksamama neden oldu, yine de odama çıkıp üstümü değiştirmek için fazladan harcayacağım bir gram bile enerjiye sahip değildim. Bu yüzden boş verip şirkete doğru yola koyuldum.
Yarım saatlik yol işkenceden farksızdı, ayakta durmak bile canımı acıtıyordu. Dün gece Lay bir türlü canımı acıttığını anlayamamış ben de anlaması için fazladan bir çaba göstermemiştim. Ağzımı açıp 'Lay, dur.' demem bile yeterliyken tüm gece sesimi çıkarmadan sadece devam etmesine izin vermiştim. Jongin'in dinlediğini bile bile, canımın acımasına göz yumarak sessiz kalmıştım. Kalbimde tarifi güç bir sızı vardı, titrek bir nefes alıp boş gözlerle etrafa bakmaya başladım. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum, Jongin benimle sadece biraz eğlenmek istiyordu. Bizi dinlemiş olması onun açısından bir sorun değildi, böyle düşünüyordum. Benden tek istediği bedenimdi, bunu başkalarının da istemesini doğal karşılayabilirdi. Asıl sorun, benim acizliğime birebir tanık olmasıydı. Bir kere daha sesimi çıkaramamam, Lay'e canımı acıttığımı söyleyememem, hepsine tanık olmuştu.
Şirkete girerken günün benim için zehir olacağına emindim, yürümek bile binlerce parçaya ayrılacakmışım gibi hissetmeme neden oluyordu. Attığım her adım bir öncekine takılırken bu halde nasıl çalışacağımı düşünüyordum. Canım o kadar çok acıyordu ki bir köşeye geçip iç organlarım ağzımdan çıkana dek bağırmamak için zor tutuyordum kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secrets // sekai
Fanfiction"Ağzın da baya bozukmuş." dedim hiç istifimi bozmadan. "Bir de eğer beni şu anda öpmeye niyetlendiysen, hala dişlerimin arasında kusmuk parçaları var ona göre hareket et." *Sır Tutabilir misin?* kitabından uyarlamadır.