Kim Jongin bir heykel olsaydı oturup saatlerce güzelliğini izleyebilirdim, bıkmadan usanmadan. Günlerimi sadece ona bakarak geçirebilirdim. Kim Jongin'in yüzü bir tuvalde saklı olsaydı, o resmi odamın en güzel yerine asar ve önünde mumlar yakıp dualar ederdim. Jongin eğer bir şarkı olsaydı sağır olana kadar bıkmadan usanmadan onu dinlerdim, hayatımın arka planına layık tek şarkı o olurdu. Jongin bir kitap olsaydı onun her cümlesini ezberlerdim.
Fakat, sikeyim, adam gerçek. Ve şu anda bize doğru geliyor. Tüm ihtişamıyla resmen etrafa ışıklar saçarak hem de, o muhteşem gülümsemesiyle.
Şöyle düşündüm, eğer cennet diye bir yer varsa onun anahtarı Jongin'in gülümsemesi olmalı.
Pekala, sorun Jongin'i görmek değil, eğer ikimizde susacaksak ve ben onun dışında başka hiçbir şey düşünmeyeceksem tabii ki de gelebilir. Ama işler öyle olmuyor işte, her karşılaşmamızda elde edilen sonuç felaket oluyor resmen. Suç ağzımı tutamadığım için bende olabilir fakat kimi kandırıyoruz Jongin'in de gayet sivri bir dili var. Ve onu birilerine -gerçi şimdiye kadar sadece bana- batırmaktan hiçbir şekilde geri kalmıyor. Yani her seferinde her şey bir şekilde boka batmayı başarıyor.
Eğer Jongin'le bambaşka bir hayatta karşılaşmış olsaydık ona deli divane aşık olmaktan kesinlikle kaçınmazdım.
MiYoung'ın yapmacık heyecanından resmen midem bulanıyordu. Yiyebildiğim birkaç parça şeyi de kusmak üzereydim. Jongin bize doğru geliyordu ve ben bunun da sonunun iyi olmayacağını hissediyordum. Bu, MiYoung'la alakalı bir şey değildi. Yani Jongin'in onun yanında hiçbir şey çaktırmayacağına ya da sırlarımı falan söylemeyeceğine emindim. Ya da MiYoung'ın Jongin ile aramızda olan bitenleri anlaması imkansızdı. Beni endişelinderen şey Jongin'in ta kendisiydi. Doğrusunu söylemek gerekirse Jongin'in bir kitap olmasına falan gerek yoktu, ben zaten her şekilde kurduğu her cümleyi ezberlemeyi başarıyordum. Ve bu iyi bir şey değildi, Tanrım bu berbattı. Ona dair hiçbir şeyi unutamıyordum, doğal olarak bu olay canımı sıkıyordu. Yani birisi bana aşağılayıcı bir şey söylese, o an üzülsem dahi o günün akşamında ya da ertesi günününde -söylediği şeyleri ya da o an neler hissettiğimi unutmaya başladığım için- etki geçiyordu. Söz konusu Jongin olduğunda ise bu etkinin günlerce sürmesi beklenilir bir olaydı.
Bu yüzden yanımıza gelmesini istemiyordum çünkü elimde düşünülecek fazla olaylar topluluğundan başka bir şey olmayacaktı.
Sonunda Jongin, beni göt etmenin verdiği eşsiz hazdan olsa gerek, keyifli bir gülümseme eşliğinde yanımıza ulaştı. Her zamanki gibi mükemmel görünüyordu. Benim aksime, yani ben daha çok sirkteki gösterimi bitirmiş de hadi bir yemek yiyeyim diye yanlışlıkla oraya gelmiş bir soytarıya benziyordum. Olmayınca olmuyordu işte, takım elbise bana yakışmıyordu ben ne yapabilirdim. Emanet gibi duruyordu resmen üzerimde. O ise reklam panolarından fırlamış gibiydi. Hayat adil davranmıyordu ne yazık ki.
MiYoung, yüzünde tüm dişlerini gösteren bir gülümseyle çoktan ayaklanmıştı. O kadar heyecanlı duruyordu ki sevdiği grubun konserine giden bir ergenden farksızdı adeta. Sonuçta Jongin masamıza gelmiş ve bizi selamlamıştı değil mi? Ertesi gün bunu tüm şirkete anlatacağına emindim. Ve tek dileğim benden söz etmemesiydi.
"Merhaba efendim." dedi MiYoung sesindeki titremeyi saklamaya gerek dahi duymadan. "Nasılsınız, ah ne güzel bir tesadüf değil mi?"
MiYoung nefes almadan konuşmaya devam ederse bayılabilirdi, umrumda mıydı peki? Kesinlikle hayır. Susması benim için en iyi olandı. Bir kere dediği şeye bakın, tesadüfmüş. Zaten adamın babasının otelindeydik, o karşımıza çıkmayacaktı da kim çıkacaktı? CL falan mı yani?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secrets // sekai
Fanfiction"Ağzın da baya bozukmuş." dedim hiç istifimi bozmadan. "Bir de eğer beni şu anda öpmeye niyetlendiysen, hala dişlerimin arasında kusmuk parçaları var ona göre hareket et." *Sır Tutabilir misin?* kitabından uyarlamadır.