Aslına bakılırsa Jongin'in beni bırakıp gitmesini falan hiç sorun etmedim hatta onu düşünmedim bile. Aklımın ucundan dahi geçmedi. Neden gitti, nereye gitti, kiminle ne haltlar karıştırıyor zerre kadar umurumda olmadı. Zaten benim derdim bana yeterdi bir de Jongin'i düşünecek halim yoktu tabii ki. İki gece üç gün süren bir depresyon sürecinde kafayı oynatmakla meşguldüm, yaşadığım lanet gecenin şokunu atlatabilmem için tamı tamına yedi kere sinir krizi geçirip beş kere de kendimi öldüreceğim moduna girmem gerekmişti ama sonuç olarak atlatmıştım. Üçüncü günün sabahı Chen odama daldığında kendimi mükemmel hissediyordum.
Tabii bu Chen'e bir kedi misali tıslamama engel değildi. Zaten kimi kandırıyorum ki berbat bir haldeydim. Saatlerce uyumuş, neye ağladığımı bilmeden ağlayıp durmuştum. Şirkete gitmeyi düşünmeyi dahi düşünmek birkaç milyon sinir hücremin iflas bayrağını çekmeleri için yeterliydi. Üstüne üstlük Lay'in bana geçen doğum günümde (ya da onun doğum günüm sandığı gün desem daha iyi, hediye alıp iyiki doğdun demişti, kalkıp da bugün doğum günüm değil mi deseydim yani?) aldığı ve sinirlerim hoplamasın diye gözden uzağa kaldırdığım kalpli yastığı yakmaya çalışırken odamın perdelerinin yarısını yakmıştım. Hayat resmen onda kalmamı istemiyordu.
Yani iyiydim aslında ya, düşünmem gereken tonlarca şey vardı ama hepsi o kadar da düşünmeye değer gelmiyordu gözüme. Artık bir işim yoktu mesela, ve bunu babamlara söylediğimde beni tüm dünyaya falan rezil edeceklerdi. Beni sevdiğini düşündüğüm tek adam beni fena halde kandırmıştı, gerçekten sevebileceğime inandığım diğer adamsa başka birisi için, bana söz vermesine rağmen, beni bırakıp gitmişti ve bir daha belki de hiç görüşemeyecektik. Perdem yanmıştı, insanlıktan çıkmıştım. Kendimi kandırmak gibi harika huylarım vardır bu yüzden de iyiydim, mükemmeldim, harikaydım.
Ve Chen'e avazım çıktığı kadar bağırdım: "Ne istiyorsun?!"
Tabii o benim bağırmamdan falan hiç etkilenmedi, gözlerini devirdi önce sonra 'gerizekalı bu çocuk' der gibi yüzüme baktı.
"Çiçek gelmiş sana yanında bir de paket vardı." dedi, odamdan çıkıp iki saniye sonra geri döndü. Gözlerim ayağıyla iterek odaya soktuğu çiçeğe kaydı. Büyük bir vazo içine yerleştirilmişti ve ruh halimin aksine rengarenkti. Eğer başka bir dönemde böyle bir şey alsaydım kesinlikle bu renk cümbüşüyle kendimden geçerdim fakat o an sadece kusmak istiyordum.
"Üstünde bir de not var." dedi Chen elindeki notu gösterirken. "Sung diye birisi göndermiş."
Omuz silkip kartı omzunun arkasından geriye doğru fırlattı, "Ama buraya bunun için gelmedim tabii ki." dedi bıkkın bir surat ifadesiyle, bense tamamen girdiğim şokun etkisiyle kilitlenmiştim.
"Sung bana çiçek mi göndermiş?" Ben odamdayken dışarıda neler olmuştu bilmiyordum, dünya iyiliklerle dolu bir yere mi dönüşmüştü, kıyamet falan mı kopmuştu? Neler olmuştu da Sung bana çiçek göndermişti?
"Dediğim gibi buraya bunun için gelmedim." Chen otoriter bir tavırla konuşunca yerde duran nottan gözlerimi ayırıp ona baktım. "Zaten çiçek de dün gelmişti çıkarmaya üşenmiştim. Her neyse bak Sehun, anlıyorum depresyondasın fakat artık odandan çıkman gerekiyor."
"Hayır." derken bir yandan da nota ulaşabilmek için hareketlenmiştim. Sung'ın bana çiçek göndermesi en az homofobinin son bulması kadar imkansızdı, cidden imkansızdı. Sung elinde olsa beni öldürürdü ve ben şirketteki tüm işi bir anda bırakıp kaçmışken bana çiçek mi gönderecekti. Sıradakı neydi? Madonna bizim eve ziyarete falan mı gelecekti?
Sonunda Chen'i es geçip nota ulaştım, notu kaldırmak yerine yere oturmayı tercih ettim. Zarif işlemelerle dolu küçük bir zarfın üstünde 'Na Sung' yazılıydı, ellerim titreyerek zor da olsa zarfı açtım. Ve içinden çıkan not şaşkınlığımı daha da arttırdı. Notta aynen şöyle yazıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secrets // sekai
Fanfiction"Ağzın da baya bozukmuş." dedim hiç istifimi bozmadan. "Bir de eğer beni şu anda öpmeye niyetlendiysen, hala dişlerimin arasında kusmuk parçaları var ona göre hareket et." *Sır Tutabilir misin?* kitabından uyarlamadır.