Ezbere bildiğim numarayı tuşlayıp şirket telefonunu kulağıma dayadım, bu kötü bir şey olacakmış gibi hissettiğim ilk an değildi. Fakat bu defa içimdeki his çok daha fazla rahatsız ediciydi.
Telefon birkaç defa çaldıktan sonra açıldı. "Hey!" dedim Tao daha konuşmadan.
"Sehun, neredesin?" Tao'nun endişeli çıkan sesiyle içimdeki baskı daha da büyümüştü sanki, boş departmanda gözlerimi gezdirdim. Derin bir nefes aldım ve, "Sung mesaiye kalmamı istedi." dedim.
Saat gecenin onunu gösteriyordu, hava çoktan kararmıştı. Şirkette benimle birlikte sadece birkaç kişi olduğuna emindim. Bizim departmanda ise sadece ben vardım. Sung, dün işten 'kaytarmamı' bahane ederek mesaiye kalmamı söylemişti. Sonuç olarak hala şirketteydim, tek başıma, akşam yemeği bile yememiş bir halde ve içimdeki o berbat hisle.
"Şarjım bitti." dedim hala hattın diğer ucunda olan Tao'ya. "Üzgünüm haber veremedim."
"Önemli değil." Arkadan Chen'in "Neredeymiş." diye bağırdığımı duydum.
"Şirketteymiş, mesaiye kalmış." dedi Tao, ardından tekrar bana döndü.
"Çıkacağın zaman bana haber ver, seni almaya geleceğim." dedi, gözlerimi önümde yığılı olan işlere diktim. Çıkışım biraz geç olacaktı belki de.
"Tamam görüşürüz."
Telefonu kapatıp kafamı masaya dayadım, sandalyemde bir o yana bir yana sallanmak bile tüm bu işlerden çok daha eğlenceliydi. Tüm gün koşturduğum yetmiyormuş gibi bir de Sung tam çıkarken mesaiye kalmam gerektiğini söylemişti. Eğer kalmazsam hemen muhasebeyi arayıp çalışmadığım saatlerin maaşımdan kesilmesini söyleyecekmiş. Dediği şey aynen buydu, ben de yapabileceğim tek şeyi yaptım ve "Gerek yok." dedim, hem de büyük bir gülümsemeyle. "Mesaiye kalabilirim hiç sorun değil."
Fakat tam da o sıra aslında içim kan ağlıyordu çünkü berbat geçen bir sabahın berbat geçen bir öğleden sonrası yetmiyormuş gibi bir de berbat geçen bir akşam üzeri yaşıyordum. Kısacası o gün başlı başına berbat tabirinin hayat bulmuş şekliydi. Sabah uyandığımda Jongin'i yanımda bulamamıştım, bu defa giderken geçen seferki gibi uyandırıp gideceğini de söylememişti üstelik. Bunu fazla takmamaya çalışıp şirkete doğru yola koyulmuştum fakat tüm gün ellerimin ağrısından her şeyi yüzüme gözüme bulaştırmıştım. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de ayağım kaymıştı ve departmanın ortasında herkesin gözü önünde yere düşmüştüm. Bu kadar felaketi benim bünyem bile kaldırmıyordu artık.
Bunların dışında gün içinde sadece bir kere görebildiğim Lay her zamanki gibi yüzüme bakmamıştı, her defasında bunun daha fazla acıtmasına artık alışmıştım. Yine de beni sevdiğini söyleyerek avutuyordum kendimi, tüm bunlar bittiğinde ve Jongin def olup Japonya'ya gittiğinde benim yanımda yine Lay kalacaktı. Bu yüzden istesem de ona kızamıyordum. Xiumin'in Luhan'a dediği gibi, tüm bu gençlik zamanlarımız bittiğinde, yaşlandığımızda ve yanımızda şimdilerde tanıdığımız hiç kimse kalmadığında ellerimi tutan Lay olacaktı belki de. Jongin ise küçük bir kaçamak olarak kalacaktı benim için..
Elimdeki kağıtları fotokopi makinesine yerleştirirken evde olmanın hayallerini kuruyordum. O kadar yorgundum ki ancak yirmi sene boyunca uyusam öyle dinlenmiş olurdum. Bir kere daha babama olan borcum bittiğinde işten ayrılmayı düşündüm, daha fazla katlanabileceğimi sanmıyordum bu kadar yorgunluğa.
Departmandaki sessizliği bölen fotokopi makinesinin çalışırken çıkarttığı ürkütücü sesti. Tıpkı bir korku filmi sahnesini andırıyordu ofisin bu hali, tek eksik tepemde yanıp sönen bir floresanın eksikliğiydi. İçimi kaplayan bunaltıcı his tüm bu mekanın ürkütücü havasıyla birleşmiş ve beni her an çığlık atmaya hazır bir havaya sokmuştu. Sanki boğazımda görünmez eller tarafından uygulanan bir baskı varmış gibi nefesim daralıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secrets // sekai
Fanfiction"Ağzın da baya bozukmuş." dedim hiç istifimi bozmadan. "Bir de eğer beni şu anda öpmeye niyetlendiysen, hala dişlerimin arasında kusmuk parçaları var ona göre hareket et." *Sır Tutabilir misin?* kitabından uyarlamadır.