Hiç böyle tahmin etmemiştim. Sadece çocukluğu ile tanıdığım biriyle evliliğime karar verdiklerinde delirmiştim. Sevmediğim biriyle evlenecektim, özellikle istemediğim biriyle. Ona mesaj atmam, ona öfke kusmam aniden gelişmiş bir olay olmuştu. Bunun için uzunca düşünmemiş, ölçüp biçmemiştim. Evleneceğimi öğrendiğimde direkt onun telefonunu bulmakla uğraşmış ve bulduğumda ise selam sabah etmeden öfkemi kusmuştum. Oysa onun da haberi yoktu ve o da beni istemiyordu. Ne olmuştu da bu kadar beni istemesine yol açmıştı? Bu kadar kısa zamanda bana aşık mı olmuştu gerçekten? Gerçi aşık olmanın zamanla alakası yoktu. Ben Mahir'i uzun zaman boyunca sevdim de n'olmuştu? Beni sahte sevgi sözcükleriyle oyalamıştı. Ben onunla gelecek hayali kurarken o aynı hayalleri başkası için kurmuştu. Şerefsiz, piç!
Yüzüme tutulan köfte ekmekle başımı kaldırdım ve onunla göz göze geldim. Evet, onunla buluşmayı kabul etmiştim. Gerçi kabul etmemek gibi bir şansım yoktu, daha cevabımı bile beklemeden beni beklediğine dair mesaj atmıştı. Tam bir ahmaktı, ama tatlı bir ahmak. Aynen Gülçehre, aynen.
Ekmeğimi aldığımda yanıma oturdu ve ben yemek için ağzımı açtığımda gözlerini üstümde hissettim. Ona çatık kaşımla baktım. "Önüne bak, bana bakma." Dediğimde sırıttı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Utandın mı?" Diye sordu.
Ona dik dik bakıp ekmeğimden ısırdım. "Senden ne utanacağım, deli mi ne..."
Gülerek gözlerini etrafta gezdirdi. "Taşı, toprağına kurban olduğum memleketim," deyip gözleri tekrar beni buldu. "İnsanına aşık olacağım da varmış." Gözlerimi irice açtığımda boğazımda bir düğüm oluştu ve öksürmeye başladım. Rüzgar bunu fark edince hemen ayağa kalktı ve az önce köfte ekmek aldığı yere gidip bir şişe suyla geri döndü. "Ölmemişsin daha, al şunu."
Suyu elinden çeker gibi aldım ve ağzıma götürdüm. Boğazım rahat bir nefes aldı. "Ölmemi mi isterdin?" Diye homurdandım.
Sarıya kaçan gözleri üstümüzde duran ışıkla parıldadı. Sırıtarak sorumu cevapladı. "Kim daha evlenmeden toprağa vermek ister ki?"
Önümdeki şişeyi ona atmak için havalandırdığımda kahkaha attı ve cidden atacağımı düşünerek kollarıyla kendini korumaya çalıştı. "Şaka şaka, vallaha billaha da şaka..."
"Seninle evleneceğimi kim söyledi?" Şişe hâlâ havada durduğu halde kollarını çekti ve yüzü düşmüş halde baktı. "Hiç mi şansım yok?" Böyle bakmamalıydı, çok yakışıklıydı. Kaynatma Gülçehre, kaynatma!
Şişeyi bir kenara bırakıp gözlerimi ondan kaçırdım. "Hatırlar mısın bilmem, sana benden vazgeçesin diye mesaj attım."
"Ama," deyip beni kendi hisleriyle tamamladı. "Ben yıllar önce tanıdığım o küçük kıza bir mesajla aşık oldum."
Gözlerimi gözlerine çevirdim. "Sana inanmıyorum, durduk yere neden bana aşık olasın ki?"
Bana baygın bir bakış attı. "Sence sana durduk yere mi aşık oldum?" Diye sordu. "Gülçehre, benim sana vurulmam neden sende kuşku uyandırıyor, buna akıl sır erdiremiyorum."
Burun kıvırdım. "Kuşku duyduğumdan değil, duygularını küçümsemek gibi bir derdim de yok. Sadece sen karşıma abimin evliliği karşılığında evlenmek zorunda kaldığım birisin. O yüzden..."
"O yüzden bunu kendine yediremiyorsun, ailen duygularını önemsemediği için onlara kızgınsın ve öfkeni onlardan çıkaramadığın için beni kurban seçtin." Diye beni tamamladı.
Bunu bana dediği için ona kızabilirdim ama doğru söylüyordu. Ne kadar ailem tarafından sevildiğimi bilsem de beni daha tanımadığım biriyle evlendirmeye çalıştıkları için onlara karşı kızgın, en çok da kırgındım. Bunu onlara karşı apaçık söylemesem de bunun farkındalardı. Eğer Rüzgar'a ulaşıp bu evliliği engellemeseydim bana olan sevgileri önemsiz olacaktı, beni istemediğim bir evlilikle bırakacaklardı. Bazen onlara bu konuda bağırıp çağırmak istiyordum ama o cesaret ailemin karşısına geçince uçup gidiyordu ve sonuç Rüzgar'ın dediği gibi ona patlayarak oluyordu. Belki de bu konuda ondan af dilemeliydim, bilmiyordum.
Gözlerimi ondan kaçırdım ve huzursuz bir nefes verdim. "Haklısın," diyebildim sadece. "Ama kendimi durduramıyorum, affet beni." Rüzgar'ın bakışları sımsıcak bir şekilde gözlerimin derininde yerini aradı. "Önemli değil," dedi güzel bir tınıyla.
"Peki öyleyse," deyip elim boynumu buldu. "Kalkalım mı artık?"
Başını ağır ağır sallayıp kalktı. "Olur ama seni evine kadar bırakmama izin verirsin değil mi?"
Ben de ayağa kalkıp ona huysuz bir tavırla baktım. "İlla birileri görsün diyorsun yani?"
"Kim bilir, belki bu sayede seninle olan evliliğim kesinleşmiş olur." Deyip göz kırptı.
Elimde olmadan gülümsedim. "N'apacağım ben seninle..." Deyip önden yürüdüğüm sırada beni takip ederek cevapladı. "Sevdiğim diye takarsın koluna, n'apacaksın..."
Birlikte gecenin bir yarısında geçtiğimiz sokaklarda yürüyorduk. Duyulan tek aldığımız nefeslerin sesiydi. Bu sessizlik şu an hoşuma gitmiyordu. Göz ucuyla ona baktım ve dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Şey... mesleğini seviyor musun?" Diye sordum. Başka bir şey aklıma gelmemişti. Yani, evet. Onunla konuşmak istiyordum.
"Doktorluğu mu?" Diye sorunca ona baygın bir bakış attım. "Niye, hobi olarak yaptığın başka iş mi var?"
Elini ensesine koyup yüzündeki ciddiyetle beni onayladı. "Eh, yani. İllegal işlerim de oldu tâbi." Gözlerimi irice açtım. "Şaka yapıyorsun?"
Dudak büktü ve omzunu silkti. "Niye şaka yapayım canım, herkes ekmeğinin peşinde. Doktor değilim, daha uzmanlık eğitimi alacağım. Elimde avucunda para olmayınca böyle yollara başvurmak zorunda kaldım."
Kaşlarımı çattım ve yönümü tamamen ona çevirdim. Gecenin bir saatinde kaldırımda öylece ona bakıyordum. Ciddi duruyordu ve tâbi ki kafayı sıyırmış olmalıydı. "Ne demek elde avuçta para yok Rüzgar, dalga mı geçiyorsun? Ailen ne güne duruyor, koskoca ticaret şirketi işletiyorlar. N'aptın, onların verdiği parayı da kumara mı yatırdın?"
Başını iki yana salladı. "Hayır hayır, kesinlikle dedemin parasını hiçbir işe karıştırmadım. Şey..." Deyip gözlerini etrafta gezdirdi. "O süreçte ailemle küçük bir tartışma yaşadım ve aile yardımını istemedim. Tabi haliyle parasız kalınca..." Ellerini iki yana açıp başını salladı.
Hahladım. "Sanki çok normalmiş gibi anlatıyorsun bir de," deyip ona tiksintiyle baktım. "Lütfen bir daha karşıma çıkma!" Deyip içimdeki koca öfkeyle yanından ayrıldım fakat ondan gelen kahkaha sesiyle tekrar arkamı döndüm ve hayretle ona baktım.
"Aklını mı kaçırdın?" Diye sordum ve kendi kendime sinirle güldüm. "Sormam kabahat..."
Bana doğru yürüdü ve yüzüme eğildi. "Buna gerçekten inandın mı?" Diye fısıldadı yumuşak, iç gıdıklatan sesiyle. Yüzümü buruşturdum. "Yine ne saçmalıyorsun?"
Eli elime hafif dokunuş sağladı. "Sana yemin ederim, iş hayatım yüzün kadar berrak, temiz. Yüzün kadar güzel olması da takdiri ilahi, bakalım."
Hemencecik yumuşadım. "Söylediklerinde ciddi değil miydin?" Diye sordum umutla. Başını iki yana salladı. "Öyle olsaydı karşına çıkacak yüzüm mü olurdu?"
Gözlerim ışıldadı ve tebessüm ettim. "Çok kötü şaka, yapma bir daha. Başkası dayanamaz..."
"Öyleyse şanslı olmalıyım, bana katlanan birine vuruldum." Deyip güzel gülüşünü tekrar gösterdi.
Başımı ağır ağır salladım fakat tam olarak neyi onayladım, onu da bilmiyordum. O sırada bir ses duyuldu ve benim kalp atışım heyecandan atmak yerine korkuyla atmaya çalıştı.
"Gülçehre, ne oluyor orda?" Başımı hızla çevirdim ve abimin öfkeli yüzüyle karşılaştım. İşte şimdi yanmıştık. Dur, daha doğrusu, işte şimdi yandın Rüzgar Hanyörük.
---
Molaa....
Oy ve yorumlar....:))