İyi okumalar...
Oy ve yorumları bırakalım, lütfen :*/
----
Kalbim diyorum, niye bu kadar gereksizce hızlı atıyordu. Normal tempoda atsana evladım.
Sofradaydık ve ben bir an olsun kafamı kaldırıp etrafımdaki insancıklara bakamıyordum. Hayır yani, hangi taşa kafamı vurupta dilimden o sözcükler çıkmıştı. Akıl sağlığımı kaybediyordum ya.
"Gülçehre kızımın da kendi ayakları üstünde durması da çok güzel, bu zamanda bile olsa kolay kolay kimse bunu istemez. Eminim ki, Gülçehre işini severek yapıyordur..."
Bunu söyleyen Rüzgar'ın annesi Neriman teyzeydi. Beni sevdiğini biliyordum ve bu sevgi nedensizce artık bir farklı hoş olmaya başlamıştı. Tabi ben bu sözler karşısında bir şey demedim. Heyecan yaptığımı belli edersem karşımda oturan Rüzgar'ın dikkatli bakışlarının radarına yakalanacaktım. Ona böyle bir koz vermek istemiyordum.
"Öyle tabi, ben de bir anne olarak kızımla gurur duyuyorum." Diyen annem bana bakıp gülümsedi. Hayırdır ya, sabah akşam fırça atan annem benim. "Babasının, abisinin sırtına yaslanabilirdi ama çok şükür kendi ayaklarının üstünde durmak isteyen bir kız çocuğuna sahibim."
Etrafta bir adet mors olan Feyza'nın olduğunu biliyordum fakat ona takılmak istemiyordum. Ne de olsa herkesin kendi hayatı, kendi seçimiydi. Feyza'yı bu konuda eleştirme hakkım yoktu.
Telefonuma bir bildirim düştüğüne dair ses işittiğimde gözlerimi herkeste gezdirdim ve onu bana bakarken gördüm. Anlaşıldı, mesaj atan oydu. Onu gözlerimle uyardım ve gönderdiği mesaja döndüm.
Elin Adamı: Yanakların kızarmış. :)
Gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
Gülçehre: Bakma, onlar benim yanaklarım!
Elin Adamı: Bakmaya doyamıyorum sen bakma diyorsun...
Evet Gülçehre, kalp buna inanıyor galiba. Çok dayandı ama...Azıcık daha dayan güzel kalbim benim, yenilmek yok.
"Oğlum, duymuyor musun?" Diyen sesle birden başımı kaldırdım ve Rüzgar'a çatık kaşlarıyla bakan Neriman teyzeye döndüm.
"Efendim, anne, bir şey mi dedin?" Diyen Rüzgar'ın da benden bir farkı yoktu. Şapşal şey! Neriman teyze, babamı gösterdi. "Ben değil, Yakup amcan dedi evladım. Aklın nerede senin?"
Rüzgar'ın gözleri anlık beni buldu. "Bilmem," deyip iç çekti. "Bir şeylere dalgınım herhalde..."
Bu çocuğun cidden bir terbiyesi yoktu. Babamın önünde nasıl konuşuyor ya?
"Muhakkak," dedi annesi. "Ama şimdi sırası değil oğlum, aklın burada olsun."
Rüzgar başını salladı fakat düşünceleri onayladı mı bilemezdim. Gece sonlandığında misafirleri uğurlamış ve ben de anneme yardım ettikten sonra odama geçtim. Yorgun hissediyordum çünkü sabahtan beri ayaklarımın üstündeydim. Hastanede bile bu kadar yorulmuyordum. Bazen annemin fırça atmasına laf ediyordum fakat bence de haksızdım. Ev işi deyip geçmek olmuyordu.
Sabah erkenden kalkıp hastaneye gitmek için evden çıktım. Hastaneye geldiğimde birkaç gündür düğün hazırlığında olduğundan dolayı izin alan arkadaşımı görünce gülümsedim. "Günaydın," deyip alayla devam ettim. "Sen hastanenin yolunu bilir miydin ya?"
Tülay bana bakıp göz devirdi. "Evlenmekten vazgeçeceğim sanırım, düğün yapmak cidden yorucu."
Onu onayladım. "Evet, haklısın. Abim de iki aya evleniyor, biliyorsun. Aslında ben evlenme yoluna girseydim sanırım düğünle falan uğraşmazdım. Bir nikah günü ayarlar, sade bir gelinlik giyer otururdum masaya, oldu bitti."
Ama işte ailem düğün derneksiz beni evermezdi.
Bunu bilen Tülay bana inanamaz bir ifadeyle baktı. "Bu dediğine kendin inanabiliyor musun?"
Çenemi büktüm ve kaşlarımı kaldırdım. Gülüştük. Soyunma odasından çıktığımızda ikimiz de görevli olduğumuz katlara doğru adımladık. "Ama ne var yani, kendi isteklerim onlar için önemli olmalı." Tülay sessiz kaldı. Tülay, Rüzgar'la olan münasebetimi bilmiyordu, eğer bilseydi salak olduğumu iddia eder bir doktoru nasıl reddettiğimi sorgulayıp dururdu. Onun nişanlısı bir bankada çalışıyordu ve ne kadar seviyor olsa da geçimin önemli olduğunu söylerdi. Haklı bir isyandı fakat ne kadar maddiyat olarak sıkıntı çekmeyen bir insan olsam da aynı şekilde düşünemiyordum.
Öğle arasına kadar ameliyatlara girip çıkmalar eşliğinde yorgunluğumu atlatacak bir öğle molası için aşağı indim ve Tülay'ı yemek sırasında gördüm. Ben de kendim için tabak hazırladıktan sonra Tülay'ın yerleştiği masaya doğru adımladım.
"Çok açım," diyen Tülay'ı onayladım ve bir dilim ekmeği ağzıma atacağım sırada yemekhaneye giriş yapan bir adet Rüzgar Hanyörük gördü benim talihsiz gözlerim.
"Senin ne işin burada be?" Diye çığırdığımda Tülay bana tuhaf tuhaf baktı. "Kime diyon be?"
Rüzgâr sanki ona olan bakışlarımı fark etmiş gibi gözleri beni buldu ve ışıldadı. Işıldadı mı?
Bize doğru yürümeye başladığında Tülay bakışlarımı takip etti ve gözleri Rüzgar'ı buldu. "Kız," diye uzatarak bana döndü. "Kim bu çocuk?"
Sinirle söylendim. "Çocuk mu? Adam yirmi beş yaşında."
Rüzgar yanı başımızda direk gibi durduğunda başıyla Tülay'a selam verdi. "Selâm," dedi kollarını iki yana açarak.
Kaşlarımı kaldırdım. "Sebebi ziyaretin?"
Gülümsedi. "Allah'ın emri..." Devamını getirmeden ayağa kalkıp ağzını kapattım. "Ne diyorsun sen be adam?"
Tülay araya girdi. "Senin sorduğun soruya cevap veriyor Gülçehre, aman sen de..." Dedi sırıtarak.
Rüzgar, Tülay'ı göstererek gözlerini kırptı. Elimi çekip ona tip tip baktım. "Ne işin var burada, düzgün cevap ver!"
Bir sandalye çekip oturdu. "Seni görmeye geldim ve," deyip etrafa baktı. "Sınavdan sonra burada asistanlık yapmayı düşünüyorum."
Burun kıvırdım. "İyi, bana ne bundan!"
Bana sevimsiz bir bakış attı ve Tülay'a dönüp elini uzattı. "Rüzgar ben, " dediğinde Tülay'da elini uzattı. "Tülay ben de, memnun oldum."
"Ben de."
Rüzgar bana döndü. "Saat kaçta mesain bitiyor?" Diye sordu.
Kollarımı masanın üstünde kavuşturdum. "Var birkaç saat, ne yapacaksın?"
"O zaman gelip seni alayım, dolaşırız biraz."
Öyle mi, der gibi baktım. "Emrivaki olmayı severim diyorsun?"
Bana güzel gülümsemesini yolladı. "O kadar memleketeme gelmişim, bir görüşmeyi çok görmezsin bana..."
Düşünür gibi yaptım. "Birilerinin görüp yanlış anlamasını istemem."
"Yapma be," dediğinde Tülay'da ona katıldı. "Bence de yapma."
Rüzgar'ın beklentili bakışlarına karşılık verdim. "Akşam bir olsun..."
----
Molaaa....
Beklerken diğer kitaplarıma da bakabilirsiniz...:)