Bir insanı tanımak için ne kadar zaman gerekir? Bir hafta, bir ay yoksa birkaç yıl mı? Belki de insanları tanımamızın hiçbir yolu yoktur. Sonuçta hepimiz nefes aldığımız her saniye değişiyor, gelişiyoruz. Bir an için sade dondurma severken birden bire nefret edebiliyor, çikolatalı dondurma sevmeye başlayabiliyoruz. Birinden nefret ederken onu çok sevmeye başlayabiliyoruz. Asla değişmeyeceğini sandığımız kişiliğimiz bile her an değişiyor. Ancak sanırım bazı kişilik özelliklerimiz her zaman yerinde kalıyor.
Mesela Jaemin'in değişmeyen özelliğinin heyecanı olduğunu düşünüyorum. Çocuksu heyecanı birden ortaya çıkıyor, kaybolsa bile yapmak istediği yeni bir şeyi bulduğu anda geri dönüyor. Kendinden şüphe etmiyor ve ne kadar korkarsa korksun özgüvenli görünüyor. Yıkılmıyor. Onun bu özelliğini seviyorum.
Benim değişmeyen özelliğim ise sadakatim olmalı. En azından öyle olduğuna inanmayı tercih ediyorum.
Baştaki soruma dönelim, bir insanı tanımak için ne kadar zaman gerekir? Bence bu sorunun cevabı bir an. Bir insanı tanımak için bir an gerekir. O an geldiğinde hemen anlarsın, karşındaki kişiyle ilgili bütün düğümler çözülür, onun iyi biri olup olmadığını anlar, hareketlerini anlamlandırırsın. Ona güvenip güvenmemeye karar verirsin. Karar her zaman sana aittir ama o belirgin an geldiğinde daha öncesinde karmaşık olan düşüncelerin birden bire çözülür, her şey netleşir, onun etrafında olan olaylar birden bire dağınık bir yapbozun parçalarına dönüşür ve düşündükçe hepsini tek tek yerlerine oturtursun. Ve yapboz sonunda tamamlanır.
Benim tamamladığım yapboz, Renjun'in iyi biri olduğunu söylüyordu.
Onu sonunda tanıdığımdan emin olduğum an sinemaya gittiğimiz günden yaklaşık iki hafta sonra geldi. Öyle bir andı ki aklımda oluşan bütün soruların çözümlerine kavuşmalarına neden oldu. Rahatladım, öncesinde onunla ilgili olan kafa karışıklığım son iki haftada iyice artmıştı. İsmi Renjun olan, bir türlü anahtarını bulamadığım kilitli kutu beni uykularımdan ediyor, başka herhangi bir şey yapmama engel oluyordu. Yalnızca onu düşünüyordum. Birlikteyken her hareketini inceliyor, ezberliyor ve analiz ediyordum. Doğrusu bundan bıkmıştım.
Ama o gün Jaemin beni aradı. Üçümüzün buluşup dışarı çıkacağı, gezip eğleneceği güneşli bir pazar günüydü. Pazar günleri kimse işe gitmez. Bu da Jaemin'in tamamen boş bir güne sahip olduğu anlamına geliyordu. Tabii, her şey planladığımız şekilde ilerleseydi öyle olacaktı.
Önce babasının işi çıkmıştı, fazladan koyulan bir mesai yüzünden çalıştığı fabrikaya çağırılmıştı. Aslında bu pek de alışılmışın dışında bir durum değildi, prestijli fabrikalara ev sahipliği yapmayan küçük bir yerde yaşıyorduk nasıl olsa. İnsanlar çalışabilmek için saatler uzaklığındaki fabrikalara gidiyor ve zor koşullarla uğraşıyorlardı. Pazar günü apar topar işe çağırılmak gibi. Herkes babam kadar şanslı değildi.
Bunun üstüne annesi babasını yolcu ederken aldığı telefonda büyük annesinin hastalandığı öğrenmiş, birkaç eşyasını topladığı gibi evden çıkıp küçükken yaşadığı eve doğru yola koyulmuş ve ikizleri Jaemin'in gözetimine bırakmıştı. Eğer yalnız olsaydım onun evine gider, Jaemin'e biraz rahatlaması için fırsat verirken kardeşleriyle eğlenceli oyunlar oynayabilirdim ama bunun yerine yanımda iyi biri olup olmadığı hakkında hala karar veremediğim Renjun ile bir bankta oturuyordum. Biraz gergindim. Kötü biri olabileceğini düşündüğünüz bir insanla kolay kolay muhabbet edemiyordunuz. Onunla ilgili birçok sorum vardı ancak hiçbir cevap yoktu elimde. Bu da aramızda kaçınılmaz bir sessizlik olmasına neden oluyordu.
Renjun oturduğumuz bankta geriye yaslandı, yere değmeyen ayaklarını usulca sallandırdı. başını hafifçe geriye atmış, gökyüzüne bakıyordu. Beni fark etmeyeceğini ümit ederek ona döndüm, yüzündeki ifadeyi incelemeye çalıştım. Düşünceli görünüyordu. Kaşları hafifçe çatılmıştı. Dudakları aralanıp küçük bir boşluk oluşturduğunda konuşacağını sandım ama o sesli bir şekilde nefesini verdi. Aralık dudaklarından bembeyaz üst dişlerinin uçlarını gördüm. Gözleri gökyüzünün katkısıyla renklenmişti. Bir süre sonra başını kaldırıp bana baktı, gülümsedi. Gülümsedim. Bana baktığında doğrudan gözlerimin içine bakıyor, bir saniye için bile dağılmıyordu dikkati. Ben kimseyle o kadar uzun süre göz teması kuramazdım. Paniklerdim, etrafı incelemeye başlardım. Benim aksime o, karşısındaki kişiye kendini nasıl önemli hissettireceğini çok iyi biliyor. Üçümüz birlikteyken de böyle, konuşmayı nasıl dağıtacağını, üçümüzü de nasıl konuşmanın içinde tutacağını çok iyi biliyor. Pek fazla konuşmuyor, bunun yerine dinlemeyi tercih ediyor. İstemediği hiçbir yüz ifadesini göstermiyor. Bilerek yansıtmadığı sürece yüzünden ne hissettiğini okumak imkansız. Bu da onun dışarıdan bakıldığında ulaşılmaz biri gibi görünmesine neden oluyor. Oysa ki o sadece kendisini saklamayı ve aynı zamanda da ifade etmeyi iyi bilen, bizim gibi bir çocuk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secret Between Us [norenmin]
Novela Juvenil1956 yazının Temmuz ayında üçümüz de gençtik. Sonra birden bire büyümemiz gerekti. Nasıl oldu da bu noktaya geldik hala emin değilim. Hangimiz suçluyduk? Büyük ihtimalle hepimiz. Ama bunun artık bir önemi yok. Ani gelişimimizin ardından bizler tekra...