Bu tarz günlerden kastım mutlu olduğum zamanlardı. Ara sıra anlaşmazlıklar yaşıyor olsak da ailemle birlikteydim. Dışarıdan fazlasıyla soğuk bir imaj sergileyen babam içten içe, yaptığım saygı ifadelerine gülümsüyordu. Bunu biliyordum çünkü bazen yüzünde bir saniyelik bazı ifadeler oluşuyor, dudağının kenarı hafifçe yana kıvrılıyordu. Ailemin dışında bir de en sevdiğim arkadaşım vardı karşımda. Beni anlayan ve anlamak isteyen yegâne kişi aynı benim onu sevdiğim gibi seviyordu beni. Masada en sevdiğimiz yemekler vardı. Hava sıcaktı fakat yakıcı bir sıcaklık yoktu. Güzel bir akşamdı işte. Sıradan, güzel bir akşam.
Annemle birlikte bütün tabakları masaya taşıdığımızda masada boş kalan bir nokta bile kalmamıştı. Büyük masanın iki başındaydı anne ve babam. Yanımda iki kişinin daha oturabileceği boşluklar vardı. Dördümüz için misafirlere ayrılan mutfak setinden çıkartılmış dört tabak vardı. Kaselerin içinde, içindeki her malzemeden daha hafif olan yağ damlalarının yüzeyine çıkarak birbirleri ile bir çeşit ayinin parçası olan danslarını sergiledikleri tavuk çorbası vardı. Tavuk parçalarının en küçük olanları yağların ayinine karışıyordu fakat diğerleri büyük ihtimalle kasenin altına çökmüştü.
Bütün bunların yanında çatal ve kaşıklarımız, bardaklarımız ve hatta peçetelerimiz bile misafirlere özel olan koleksiyondandı. Ama ben misafir değildim. O zaman neden önümde her zaman gördüğüm sıradan kaselerin yerine bu özel kaseler vardı? Kasenin altına koyulan düz tabağın üzerinde, yuvarlak yapısı sayesinde hafifçe eğilen, neredeyse tabağın yarı çapını kaplayan bir çiçek vardı. Bu çiçek masadaki vazoda duran çiçeğin aynısıydı; sarı lale. Bulunduğumuz ortamı özetleyen bir çiçekti bu. Yanlış hatırlamıyorsam simgelediği şey gerginlikti.
Halbuki ben en çok bebekken kullanmış olduğum plastik tabakları severdim. Üzerinde sevimli bir Bugs Bunny çizimi vardı.
Babam boğazını temizlediğinde başımı kaldırıp ona baktım. Oysa gözlerini hepimizin üzerinde gezdirdikten sonra su dolu bardağını eline aldı. "Afiyet olsun." Bu bizim başlama işaretimizdi. Aynı koşu yarışmasında yarışan atletler gibiydik bu masadayken. Kriterlerimiz kibarlıktı ve yemeğini en sakin yiyen yarışı kazanacaktı.
Önümdeki tavuk çorbasını çok çabuk içtim. Zaten annem çok içersem diğer yemeklerin tadına bakamayacağımı bildiğinden bana hep daha az koyardı ve doğrusu pişmeye başladığından beri bütün evde buram buram kokan rulo köfteyi yemek için her şeyimi verirdim. Bu yüzden çorbamı babam görmeden tamamını doldurduğum kaşıklarla içtim ve tahmin bile edemediğim bir hızda bitirdim. Çatalımı büyük köfteye doğru uzattığımda heyecanlanmaya başlamıştım nedense.
Çatalımla birlikte rulo köftenin çoktan kesilmiş olan bir parçasını yana doğru düşürdüm ve çatalımla altından destekleyerek kaldırdım.
Şıp.
Köftenin kenarından aşağıdaki sos yığınına düşerek ses çıkartan damla gerilmem için yeterli olan tetikleyiciydi.
Şıp.
Herkesin gözü üstümdeymiş gibi hissediyordum ve gerçekten bir saygı dersini daha kaldıracak durumda değildim. Bu noktada tabağımı kaldırıp yaklaştırarak almam gerekiyordu ama içimden geçen bu değildi. Ayrıca, parçayı tekrar suyun içine düşürebilirdim. Bu çok güzel olurdu.
Şıp.
Onu öylece tabağıma almak ve kırmızı suyun masaya damlamasını istemek istiyordum. Her yeri kırmızıya boyamak ne kadar da güzel olurdu. İçimden gelen tek şey buydu. Bağırmak, bu gergin ortamı bozmak istiyordum. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu nasıl bildiğini sormak istiyordum babama. Neden en yakın arkadaşımla aynı saniyede oturmak zorundayım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secret Between Us [norenmin]
Roman pour Adolescents1956 yazının Temmuz ayında üçümüz de gençtik. Sonra birden bire büyümemiz gerekti. Nasıl oldu da bu noktaya geldik hala emin değilim. Hangimiz suçluyduk? Büyük ihtimalle hepimiz. Ama bunun artık bir önemi yok. Ani gelişimimizin ardından bizler tekra...