Alt katta bulunan telefon çalmaya başladığında neredeyse uyumak üzereydim. Saat büyük ihtimalle baya geçti, saatin gece yarısı çıkarttığı gürültüyü duyalı çok olmuştu. Yatakta doğruldum. Kötü hissediyordum doğrusu, içimdeki huzursuzluk bir türlü yok olmuyordu ve bu yüzden uyuyamıyordum. Kelimenin tam anlamıyla sersemlemiştim. Yattığım yerde dönüp duruyordum saatlerdir. Annem ve babam çoktan uyumuş olmalıydı.
Telefonun sesinden uyanmamalarını dileyerek ayaklarımı yataktan sarkıttım ve terliklerimi giydim. Ekose desenli terliklerimi bir tek geceleri giyerdim çünkü tabanları çok fazla ses çıkartmazdı. Yine de evin içindeki gıcırdayan tahtalar hakkında onlardan kaçınmaya çalışmak dışında yapabileceğim bir şey yoktu.
Odamdan çıkmak üzereyken annemin sesini duydum. Koridorda birkaç adım ilerledim ve gıcırdadığını bildiğim bir noktanın üzerine basmamaya çalıştım. Annemin hafif bir uykusu vardı. En ufak bir ses duydu mu hemen ayağa kalkar, ne olduğunu öğrenmeden tekrar yapmazdı. Ama aynı zamanda çok sessizdi de. Aynı bu geceki gibi, uyanık olsam bile onun kalkıp etrafta gezindiğini duymadığım zamanlar olurdu. Bense onun aksine gece yürürken baya ses yapıyordum. Bu yüzden yavaş adımlarla ilerlemeye devam ederken annemin arkadaşımın adını söylediğini duydum. "Jaemin?" Arkadaşımın ismini bir soru takip etti. "Dışarıda mısın?"
Bu noktada temkinli olmayı bıraktım ve koşarak aşağı indim. Saatler geçmiş olmasına rağmen yağmur hala dinmemişti. Bu havada dışarıda olması iyi şeyler düşünmemde pek yardımcı olmuyordu. Annemin eline uzanıp telefonu aldım, o da ısrar etmedi zaten. Kenara çekilip beni dinledi. Bense o an öylesine paniklemiştim ki hiçbir şey düşünemiyordum. Zihnim bomboştu. Huzursuzluğum, hissettiğim gerginlik, endişem, hepsi bir an için yok olmuştu. "Jaemin-ah, benim, Jeno. İyi misin?"
Kendimi tanıtmama gerek yoktu aslında. Arkadaşım sesimi duyduğu anda adımı söyledi ve ağlamaya başladı. Bir süre konuşmadım, sakinleşmesini bekliyordum ama bu pek de mümkün görünmüyordu. Konuşmaya çalıştı ama kelimelerini algılayamıyordum. Yağmurun sesi fazlasıyla yüksekti. "Neredesin Jaemin? Yanına geleceğim."
"Lütfen.." Hıçkırdı. "Burada bir, bir.." Güldü, ama daha çok histerik bir gülüş gibiydi. "Bir otel var. Lanet olası bir otel ve mantıcı var. Çabuk ol Jeno, lütfen yanıma gel.."
"Geliyorum, ıslanmayacağın bir yerde dur, tamam mı?"
"Tamam.."
Anneme baktığımda başını salladı. "Sana bir şemsiye getireyim."
Merdivenlerden koşarak çıktım. Bu durumda babamın uyanması umrumda bile değildi. Sadece arkadaşımın yanına ulaşmak ve onu kucaklamak istiyordum. Gerçi babamın, annemin ağır bir uykusu vardı. Kolay kolay uyanmaz, uyandı mı bir daha uyuyamazdı. Bu yüzden çok da endişelenmem gerekmiyordu.
Dolabımı açıp elime gelen ilk ceketi aldım. Ne hissettiğimi anlayamayacak kadar kafam karışmıştı. Bir an endişeleniyor, bir an sakinleşiyordum. Hasta olacak gibiydim. Evden nasıl çıktığımı bilmiyorum bile. Aklımda sadece Jaemin'in adı yankılanıyordu. Bu birçok kez deneyimlediğim bir şeydi. Kendimden bile çok değer verdiğim arkadaşım aklımı ele geçirip başka şeyler düşünmeme izin vermemeyi seviyordu. Ama bu sefer durum farklıydı.
En korkunç şeyin ne olduğu konusunda birçok farklı görüş olduğuna eminim. Canavarlar, ölmek, karanlık belki de sınavlardan düşük notlar almak. O an fark ettim ki en korkunç şey bilinmezlikti. Karanlıktan korkan birinin korkma nedeni karanlığın içinde ne olduğunu bilmemektir. Ölmekten korkarız çünkü öldükten sonra ne olacağını bilemeyiz. Sınava gireriz ama sonuçlarımızı tahmin edemeyiz. Canavarlar.. Onlardan korkma nedenimiz de bence var olup olmadıklarını bilmememiz. Ama onlar bir istisna yaratıyor çünkü eğer bir canavar görürsek görünüşünden korkarız. Ya da belki de bize ne yapabileceğini bilmediğimiz için onun görünüşünden korkarız. Bilinmezlik. Düşünebildiğim her şeyin sonu bilinmezliğe çıkıyordu ve ben şuanda yağmurun altında, şapkamı kafama geçirmiş arkadaşımın bahsettiği yere doğru koşarken nelerle karşılaşacağımı bilmiyordum.
Jaemin yaralanmış mıydı? Islanmış mıydı? Aç mıydı? Yanında kimse var mıydı? Neden bu saatte dışarı çıkmış ve evinden o kadar uzaklaşmıştı? Neden ağlıyordu? Jaemin iyi miydi? Jaemin..
Hala yaşıyor muydu?
Bilinmezlik bizi korkutur ama aynı zamanda bilmekten de korkarız. Sınav notlarımızı önceden bilirsek sıkıcı olur. Canavarın bizi yiyeceğini bilmek, ne yapabileceğini bilmemek kadar korkunçtur. Ama bilmenin bir iyi tarafı var. Hazırlanabilir ya da o anda öğrenirsen plan yapabilirsin. Sakin kalabilirsin. Ve ben düşündükçe şunu anladım, ben kesinlikle sakin değildim.
Sokağın başına gelip etrafa bakındığımda loş sokak lambasının altındaki telefon kulübesini ve içerisinde oturmuş olan arkadaşımı gördüm. Yere çökmüş ve kendine sarılmıştı. Adımlarım yavaşladı ve ona doğru ilerledim. Telefon kulübesine yaklaştıkça daha da panikledim ve en sonunda yüzündeki kan lekelerini gördüm. Tam bu anda her şey yeniden dondu. Yağmur yağmıyordu, sadece Jaemin ve ben vardık dünyada.
Ona yaklaşıp kapıyı açtım ve yere eğildim. Dizlerim telefon kulübesi sayesinde ıslanmamış olan soğuk beton zemine çarptı. Arkadaşıma doğru uzandığım anda o da bana yaklaşıp boynuma sardı kollarını. Titriyordu ama üşüdüğünden mi yoksa korktuğundan mi titrediğini bilmiyordum. Şemsiyemin bir kısmı telefon kulübesinin içine girmiş olsa da geri kalanı dışarıdaydı. Biriken yağmur damlalarının yamuk kalmış olan şemsiyenin üzerinden kayıp sırtımın birkaç santim uzağından aşağıya döküldüğünü duyabiliyordum. Bedenimin bir kısmı içerideydi. Ayaklarım ise dışarıda, yerlerde küçük küçük göletler halinde biriken suyun içindeydi. Şemsiyeden damlayan büyük bir damla ayak bileğime damladı ve bütün vücudumu titretti. Jaemin'in boynuma sarılı kolları dışarıda kalıyordu ve arkadaşım titremeye devam ediyordu.
Boynumdaki kollarından birini tutup yavaşça çektim, bakışlarını bana çevirdi ve gözlerimin içine baktı. Onu bırakmamam için yalvarıyor gibiydi. Birkaç dakika daha sarılmamız her şeyi düzeltecekmiş gibi. Onu kendimden biraz uzaklaştırdım ve gözlerine bakıp gülümsedim. Rahatlamasını umuyordum. Ne olursa olsun yanında olacağımı bilmeliydi. "Yaralı mısın?" Evet, sanırım sormam gereken ilk şey buydu. Onun iyi olduğundan emin olmalıydım.
Jaemin başını iki yana salladı, burnunu çekti, bakışlarını aşağı indirip üstüne baktı. "B-bu benim değil, benim kanım değil.." Titrek bir nefes aldı. "Ben iyiyim." Bakışlarını tekrar gözlerime çevirdiğinde gözleri dolmuştu. Ama itiraf etmeliyim ki, gözlerinin göz yaşlarıyla parladığı o anda, gözlerinin çok güzel olduğunu düşünmeden edemedim.
Dirseğinin biraz daha üstünü tutarak onu yavaşça kaldırdım ve eğilip telefon kulübesine atmış olduğum ceketi alıp ona uzattım. Ceketi tek eliyle tuttu, diğer eliyle gözlerini sildikten sonra yavaşça giydi ve bana bakıp gülümsedi. "Geleceğini düşünmemiştim."
Sadece gülümsemekle yetindim ve kulübeden çıktığında ona sarıldım. Elimi sırtında gezdirerek onu rahatlatmaya çalıştım ve arkadaşım biraz daha sakinleştiğinde elini tutup onu sokağın karşısına, loş ışıklarla aydınlanan bir ara sokağa kadar takip ettim. Tam da bu anda, sokağa girdiğimiz o bir saniyelik anda yılan birden geri geldi ve öncekinden çok daha büyüktü. Vücudumda, zihnimde yaşamış, düşüncelerimle beslenmiş ve gelişmişti. Büyümüştü. Midemde kıvrılırken hatırladığımdan çok daha büyük bir acı veriyordu.
Önce tıslamasını duydum ve sonra zehri midemden yukarıya doğru çıktı. O zehrin beni öldürmesini dilerdim. Ama bunu yapmadı. Yılan beni asla öldürmezdi, sadece canımı yakmak ve beni olacak kötülüklere hazırlamak istiyordu. Acı çekmemden zevk alıyordu. Derin bir nefes aldım ancak hava kötüydü. Verdiği hissiyat kötüydü. Yağmur kokusunun olması gereken yerde başka bir şey hissettim. Tarif edemeyeceğim kadar mide bulandırıcıydı.
İkimiz de şemsiyenin altında dikiliyor, önümüzde, yerde yatan cesede bakıyorduk ve yılan midemi genişletip kendine yer açmak, yukarı çıkabilmek için kıvranmaya devam ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secret Between Us [norenmin]
Novela Juvenil1956 yazının Temmuz ayında üçümüz de gençtik. Sonra birden bire büyümemiz gerekti. Nasıl oldu da bu noktaya geldik hala emin değilim. Hangimiz suçluyduk? Büyük ihtimalle hepimiz. Ama bunun artık bir önemi yok. Ani gelişimimizin ardından bizler tekra...