İnsanların öldükten sonra ağırlaştığını biliyordum ancak bu kadarını tahmin edebilmek imkansızdı. Cesedi Jaemin ve ben taşıyorduk. Jaemin bu fikre önce karşı çıkmış olsa da benim hapse gitmemden daha iyi olacağını düşünmüş olmalı ki bunu yapmayı kabul etmişti ve şimdi bir cesedin kollarını omuzlarımıza yerleştirmiş, cesedi aramızda tutarak yürümeye çalışıyorduk.
Belki de onu tamamen kaldırmamız taşımak açısından daha kolay olurdu ancak ana caddeden geçmek zorunda olduğumuz için bundan başka çaremiz yoktu. Zaten zayıf ve çelimsiz olan Renjun'den ve biraz büyük bir taşı bile kaldıramayacak gibi görünen kollarından yardım istememiz imkansızdı.
Eski İngilizce öğretmenimizi kaldırdık ve hala yağan yağmurun altında yürüyerek yavaş adımlarla sokaktan çıktık. Renjun yere düşürmüş olduğum şemsiyeyi almış, peşimizden geliyordu. Onu düşünemeyecek durumdaydım. Bize yardım ediyordu, bu da bizi ihbar etmeyeceği anlamına geliyordu, öyle değil mi? Onu dert etmem gerekmiyordu artık. Cesedi saklamayı önerdiği anda bizim küçük suçumuza ortak olmuştu. Ondan önce de ben Jaemin'in suçuna ortak olmuştum.
Hayır, Jaemin'in suçu değil. Benim suçum. İnsanları inandırmak istiyorsam buna önce ben inanmalıydım. Onu öldüren bendim.
Ormana doğru gittiğini bildiğimiz yolda ilerlerken Renjun'in minik sesler çıkartan adımlarının hızlandığını duydum. Yanımıza geldi, bizi geçti ve bize dönerek geri geri yürürken yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirdi. "Evim buraya yakın, onu gömmek için bazı şeylere ihtiyacımız var. Beni ormanda bekleyin. Gerekli şeyleri alıp gelip sizi bulacağım."
Elimi ona doğru uzattım ve tam gitmek üzereyken bileğini yakalamayı başardım. Bana soru soran gözlerle baktı. Kaşlarımı çattım. "Yanlış bir şey yapmasan iyi olur Huang."
"Yoksa ne olur?" Gülümsemesi biraz daha genişledi. "Beni öldürür müsünüz?"
Kıkırdadı ve soğuk elini elimin üstüne koyup elimi ittirdi, başka bir şey demeden dönüp hızla gözden kayboldu. O gittiğinde Jaemin'in iç çektiğini duydum ama ona bakmadım. Ormana gidene kadar ona hiç bakmadım.
Bu geceden sonra Jaemin benim için parçalanmasından çok korktuğum, uyduruk bir yapıştırıcı ile birleştirilmiş, birkaç saat önce paramparça olmuş bir vazoydu. Ben onu bir arada tutmaya çalışan ucuz yapıştırıcıydım ve Renjun ise vazonun durumunu tehdit eden, zar zor ayakta duran vazoya koyulmuş bir çiçekti. Artık görevime Jaemin'i her şeyden korumanın yanında bir de kendi düşüncelerinden korumak eklenmişti çünkü emindim. Korkuyordu ve her saniye kendisini suçlayacaktı. Jaemin böyle biriydi. Dünyada gerçekleşen her şey için onu suçlayabilirdiniz ve o birden ağlamaya başlayıp özür dilerdi. Benim zavallı arkadaşım.. güçsüz biriydi.
Uzun lafın kısası kırılgan arkadaşımı koruyabilmek için bir ceset taşıyordum. Hayatım geri dönüşü olmayan, asla tahmin edemeyeceğim bir yola girmişti ancak bu pek de umrumda değildi. Her zaman dediğim gibi, Jaemin güvende olduğu sürece her şeyi yapardım.
Ormandayken bir süre beklememiz gerekti. Bu süre zarfında ne Jaemin ne de ben konuştuk. Doğrusu konuşsak bile duyabileceğimden emin değildim. Düşüncelerim fazlasıyla sesliydi. Beynimin içinde Renjun'in çoktan kaçmış olduğu yankılanıyordu. Kaçmış ve bir karakola gitmiş, bizi ihbar ediyordu. O küçük, gizemli, ne yaptığı belirsiz çocuğa güvenmemem ve kendim halletmem gerektiğini biliyordum.
Ormanda volta atarak düşünen benim aksime arkadaşım transa geçmiş gibi görünüyordu. Öylece karşısındaki ağaca bakıyor ve hiç ses çıkarmıyordu. Göz kırptığını görmesem şey olduğunu düşünürdüm.. yere bıraktığımız kadın gibi ölü olduğunu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secret Between Us [norenmin]
Teen Fiction1956 yazının Temmuz ayında üçümüz de gençtik. Sonra birden bire büyümemiz gerekti. Nasıl oldu da bu noktaya geldik hala emin değilim. Hangimiz suçluyduk? Büyük ihtimalle hepimiz. Ama bunun artık bir önemi yok. Ani gelişimimizin ardından bizler tekra...