Renjun yol boyunca konuşmadı, nereye gittiğimizi söylemedi ve biz de sormadık, yalnızca onu takip ettik. Kalabalık sokaklardan, ıssız sokaklardan, bozulmuş bir lambanın altından, yaprakları rüzgarla birlikte hışırdayan birkaç ağacın arasından geçtik ve bir süre sonra sahile ulaştık. Sarı rengi gökyüzünün karanlığı dolayısıyla görünmeyen kumlar adımlarımla birlikte ayaklarımın altından kaydı. Binlerce kum tanesi. Birbirlerini ittiriyor, eziliyor, etrafa yayılıyorlardı.
Ve deniz... Bütün sözlerimin yetersiz kalacağı kadar güzel görünüyordu. Başı ve sonu belli değildi, ileriye doğru baktığımda gökyüzüyle bir bütünmüş gibi görünüyordu. Parlak ay ışığının üzerine düştüğü dalgalar kıvrımlı ve sakindi. Deniz kendi halinde dans ediyor, esintinin tadını çıkarıyordu adeta.
İtiraf etmeliyim ki burası gelecekten bahsetmek için mükemmel bir yerdi.
Bazen denizin de bir sonu olup olmadığını düşünüyorum. Fen derslerinde öğrendiğimiz su birikintileri gibi buharlaşıp havaya karışırsa tekrar var olur mu? Bir gün denizin tamamen kuruduğunu düşünmek insana korkutucu geliyordu. Normal zamanlarda düşünmezdik böyle şeyleri. Aslında, hiçbir şeyi düşünmezdik. Hepimiz böyleyiz. Durup izlemediğimiz takdirde etrafımızda bulunan güzellikleri takdir etmeyiz, olan iyi şeyler için teşekkür etmeyiz. Yalnızca olmayan, olması mümkün olmayan ya da yanlış giden şeyleri düşünür, söylenip dururuz. Çoğunlukla düzeltmeye bile çalışmayız ve çok geç olana kadar hatalarımızı fark etmeyiz. Sanırım bu da insan olmanın bir dezavantajı. Yaşamımızı sürdürmek bize öyle zor geliyor ki Sorunlarımız dışındaki şeylerle ilgilenmiyoruz.
Olanları geride bırakmaya ve eğlenmeye çalışmaya karar vermemin bir nedeni de buydu. Olanlar olmuştu, o kadını geri getiremezdim. Bir karakola gidip her şeyi anlatabilir, cezamı çekebilirdim belki. Benimle birlikte Jaemin ve Renjun de hapis yatardı. Cezamızı çektiğimize inandıkları zaman da hapisten çıkar, kendimize yeni bir yaşam kurmaya çalışırdık. Ve büyük ihtimalle benim yeni yaşamımda Jaemin olmazdı. Bunu kaldırabilir miyim bilmiyorum.
Jaemin yine aramıza oturdu, ona dönük olarak yanına oturdum ve elini tuttum, ona güven vermek, konuşabileceği huzurlu bir ortam sağlamak istiyordum. Ama aslında o ortam çoktan sağlanmıştı. Ve bunu yapan ben değildim.
"Kafanı mı dağıtmalıyız yoksa az önce dediklerin hakkında konuşmak ister misin?" Renjun'in her zaman sakin olan ses tonu bu sefer daha da sakindi. Anlayışlı, samimi bir tonu vardı. Kötü hissettiğin bir zamanda dışarı çıktığında seni sarmalayan sıcak bir esinti gibi. Ben bile onun sesini dinleyerek rahatlayabiliyordum. Halbuki konu benimle ilgili bile değildi. Ama bir an, onun bu bakışlarla bana bakabilmesi için bir sorunumun olmasını diledim. Bu hemen aklımdan sildiğim kısa süreli, aptal bir düşünceydi. Çok aptalca. Düşündüğüm en aptalca şey bile olabilir.
Arkadaşım hafifçe başını salladı ve ardından burnunu çekip kibar bir gülümseme sergiledi. "Konuşmak isterim. Düşüncelerim çok karışık, bunun doğru olup olmadığını bile bilmiyorum ama ben.. sizinle bu konuda konuşmayı çok isterim." Elini tuttuğum elimi kavradı, hafifçe sıkıp bana bakarak gülümsedi ve ardından aynısını Renjun'e de yaptı. Ona öylesine odaklanmıştım ki bunu umursamadım. "Sizinle olmak bana öyle bir güç veriyor ki." Güldü. "Her şeyi yapabilirmişim gibi hissediyorum, lanet olsun."
Jaemin böyle konuşmazdı.
Şaşırdığımı fark etmiş olacak ki bana bakıp güldü, omzuyla omzumu ittirdi. "Ne o Jeno, saygısızca mı konuştum? Babam duysa bana çok mu kızar?"
"Babanın duymasına gerek yok, ben kızacağım."
"Ah onu rahat bırak Jeno, 50 yaşında gibisin." Renjun kendini geriye doğru atıp Jaemin'in arkasından bana baktı, yanağını onun sırtına yaslayıp kıkırdadı. "Bırak da çocuk azıcık eğlensin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secret Between Us [norenmin]
Novela Juvenil1956 yazının Temmuz ayında üçümüz de gençtik. Sonra birden bire büyümemiz gerekti. Nasıl oldu da bu noktaya geldik hala emin değilim. Hangimiz suçluyduk? Büyük ihtimalle hepimiz. Ama bunun artık bir önemi yok. Ani gelişimimizin ardından bizler tekra...