Cehennem: 4

462 80 10
                                    



"Ağrı kesici getirdim bak, hadi aç ağzını."

Felix revirde yatmak zorunda kaldığı zaman çocuklar için arakladığı ağrı kesicilerden tekini uykusunda sayıklayan Pren'in dudaklarından içeri sokmaya çalıştığında Prens çenesini kilitlemişti sıkı sıkıya.
Bilinci çok yerinde olmadığından öncesinde olduğu gibi uyuşturucudan farkı olmayan o ilaçlardan vereceklerini düşünüyordu gardiyanların oğlana.

"Prens, her şey yolunda. Hadi, şimdi lütfen..."

Prens gözlerini aralayıp onunla konuşan kişinin silüetine baktı uyku mahmuru bir şekilde, loş ışık yetmiyordu ayırt etmeye onu. Ardından tanıdık, yumuşak sese odaklandı ve gardını düşürüverdi bu sayede.

Hap dudaklarının arasından birkaç yudum suyla bir boğazından aşağı indi.

"İyi uykular Prens."


Hyunjin sabaha karşı altı otuz civarında gözlerini araladığında vücudunun belli başlı yerleri hâlâ hafif hafif sızlamaktaydı.

Az sonra temelli doğacak olan güneşin ışıkları odayı az buz aydınlatırken yavaşça doğrulmaya çalıştı yatakta, destek aldığı elleri yaraları daha taze olduğu için yanmıştı. Her hareketinde daha çok canı acıyordu.

Gecenin görüntüleri ve diyalogları bir bir düşerken aklına, önce görevliyle alakalı iğrenç bir soru düştü aklına.

Hafızasındaki ilerleyen imgelerde sadece dayak yiyordu.

Sıyırdım, diye düşündü dağılmış yüzünü, vücudundaki morlukları ve kanın oturduğu sağ gözünü görmeden daha.

Karşısındaki ranzaya baktığında ona yabancı ufak bir çocuk gördü.

Ardından camın yanındaki ranzaya döndü, alt katında yine yabancı iki kişi birbirine sokulmuş uyuyordu.

Biri oldukça ufak bir çocuk, diğeriyse... Tanıdık bir sima.

Yattığı yataktan yavaşça kalkıp camın önüne doğru ilerledi.

9 yaşındaki Choi, Felix'e sokulmuş mışıl mışıl uyuyordu ikili bu ufak yatakta.

Sensin...

İki hafta kadar önce yemeğini onunla paylaşan kişiydi bu.

Gördüğü manzara içini ısıtıp yüzüne ufak bir tebessüm kondursa da Prens'in kalbi kendisine yardım edenlerin göreceği muhtemel muameleyi düşünüp karardı.

Güneş odayı aydınlatmaya başlarken her sabah  7'de onları uyandıran görevlinin kendisini bu odada yakalamasını istemediğinden odanın kapısına yöneldi Hyunjin.

Kapının önüne geldiğinde son bir kez dönüp baktı ona yardım eden sıska oğlana.

Teşekkür ederim.

Ancak umarım durursun.


Felix elindeki tepsiyi taşırken merak ve endişeyle insanları süzüyordu yemekhanede.
Sabah uyandığında Prens'i yatakta görememek onu bir hayli endişelendirmiş, zaten hiçbir şeyi iyiye yoramayan aklı felaket senaryolarıyla dolmuştu.

Prens'i alıp götürmüş olmaları muhtemeldi. Gerçi sese uyanırlardı görevliler onu alsaydı, değil mi?

Onun bu halinden yararlanmış olabilirlerdi, o adam onu bir yerde kıstırmış olabilirdi, iç kanaması geçirmiş bile olabilirdi belki de odasına giderken...

Boş sandalyeleri geçip en arkaya doğru ilerlerken uzun siyah saçları aradı gözleri, ancak ne kadar kontrol ettiyse de burada değildi işte oğlan.

Oda numarası kaçtı acaba, diye düşündü Felix, odasına gidip kontrol mu etsem?

"Felix."

Felix ona seslenen Jiyong'a döndü asık suratıyla.

"Yok değil mi?"

Felix başını iki yana sallayıp yemekhanenin giriş kapısına çevirdi başını.

"Bir şey olsa haberimiz olurdu o odadayken. Bizi zor duruma düşürmek istemiyor olmalı, kötüye yorma daha fazla aklını."

"Yine de çok kötüydü Ji, nasıl kalkıp gitti ki? Ortalıklarda da yok."

"O bulmuştur bir yolunu, Prens hep bulur."

Felix Jiyong'un haklı olmasını dilerken gözlerini bir an olsun bile kapıdan çekmedi.

Sanki her an içeri girecekti Prens, ancak olmadı, yemeğini ne kadar yavaş yese de, ne kadar oyalansa da Prens yemekhaneden içeri adım atmadı.

El dokumasına giderken görmedi, dönerken görmedi. Bahçede, koridorlarda...

Sürekli tekrarladı;

Neredesin Prens?





•bölüm sonu•

Hatam varsa affınıza sığınıyor, yorumlarınızı bekliyorum

sevgilerle, pamyu-sam

Divine Comedy (신곡) • hyunlix Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin