BÖLÜM 19
ŞARAP MAHZENİ
Zülüce'nin şarap mahzenlerine kapatılışı, yedi engereğin onu ziyarete gelişi ve sağ elinin dört parmağının kesilişidir.
Karanlık mahzende tavandan bir örümcek yere inene dek sarktı ve iki hamamböceği taş zeminde koşturarak küçük bir deliğe girdiler.. Aladağlar'ın üzerinde yükselen güneş, ceviz ağaçlarının dalları arasından sıyrılarak huzmeler halinde dar pencereden karanlık odaya doğru süzülürken Zülüce uyandı. Nem ve rutubet kokusu burnuna doldu. Telaşla etrafına bakınırken boynunda ve başında büyük bir ağrı hissetti. Yerde yattığı şiltenin üzerinden doğrulmak isterken sağ ayağından zincirle bağlanmış olduğunu fark etti. Karanlık bir mahzendeydi ve burasının Sansar Sakis'in şarap mahzenlerinden biri olduğunu anladı. Yerinden güçlükle doğrularak yukarıdaki dar pencereye doğru baktı. Pencerenin demir parmaklıkları arkasından Aladağlar görünüyordu.
Buraya ne zaman, kim tarafından getirildiğinin, neler olduğunun, farkında değildi ama geceyi burada geçirdiğinden emindi. Soğuk zeminde yattığını ağrıyan böbreklerinden anlamıştı. En son hatırladıkları Helena'nın odasında onu iyileştiremediğiydi. Başına sert bir cisimle vurulmuştu ve eliyle dokunduğu başında saçları arasında kurumuş kan pıhtıları vardı. Art arda birkaç darbe yediği belliydi. Öfke ve kinle omzuna da vurulmuştu. Sırtındaki kabarıklık ve şişlikler ağrımaya devam etmekteydi. Güneş iyice yükseldiğinde mahzen loş bir hale bürünmüştü. Belki de Zülüce'nin gözleri karanlığa alışmış, keskin şarap kokusu başını döndürmeye başlamıştı.
Uzaklardan çan sesleri duyuldu. İlahiler söyleniyordu. Ceviz ağaçlarındaki saksağanlar Aladağlar'a doğru uçtular. Kısa bir süre sonra penceresinin önünden geçen ayak seslerine kulak kabarttı. Eski bir şarap fıçısını doğrultarak üzerine çıktı. Parmaklıklara erişmesi mümkün değildi, çünkü pencere çok yüksekteydi. Zaten ayağından bağlandığı zincirin uzunluğu da buna yetmezdi. Beklemeye başladı, pencerenin önünden iyi görememesine rağmen, elindeki gümüş buhurdanlıktaki tütsüyü sağa sola savuran kilise papazı Bay Sisifos'u tanımıştı. Kalabalığın önünde yürüyordu. Bay Yorgi'nin atölyesinde yapılmış çiçeklerle süslenmiş tabutu yaylı bir araba çekmekteydi. Erkeklerin konuşmalarını, kadınların çığlıkları ve ağıtları bastırıyordı. Kalabalığın arkasından giden Sansar Sakis ve İzmirli Levanten Şimon üzgün görünüyordu ve aralarında konuşuyorlardı. Zavallı Helena'nın cenazesiydi bu. Zülüce, onu hayata döndürebilmek için elinden gelen her şeyi yaptığını düşündü. Yaptığı iyiliklerinin karşılığı bu olmamalıydı.
Dağlar mengene gibi Zülüce'nin ruhunu sıkıştırıyor, içini daraltıyordu. Karnından gelen gurultu sesini, bağırsaklarının hareketlerini duyabiliyordu. Dün boğazından bir lokma dahi geçmemiş, bir yudum su içmemişti. Ayağındaki zincir bileğini sıkıştırdıkça ayağı morarmış, bileklerinde kesikler ve şişlikler oluşturmuştu.
Güneş portakal rengindeydi. Akşamüstü, Sansar Sakis'in kör zindanlarında kendini unutulmuş hissettiği sırada mahzenin kapısı gürültüyle açıldı. İçerisi karanlıktı ve gelen kişiyi tanıyamamıştı. Gözlerini ovuşturarak baktı. Sansar Sakis'in belki öfkesi geçmiş, onu azat etmeye gelmişti. Belki de ona yiyecek ve içecek getirmiş olmalıydı. Ne de olsa dinleri farklı olsa da aynı tanrıya güveniyor ve dua ediyorlardı. Zülüce'nin iyiliklerini unutmamalıydı. Karanlığın içinde daha koyu bir karaltı ilerledi. Sansar Sakis'in sağ elindeki baltayı fark ettiğinde Zülüce geri çekildi, karanlıkta gözbebekleri daha da büyüdü ve korkuyla bağırdı. Çığlık seslerinden dağlardaki kuşlar Aladağlar'a doğru uçtular. Şeytani bir ruh taşıyan Sansar Sakis'in sağ elindeki balta önce yükseldi ve aynı yörüngede inişe geçerek Zülüce'nin sağ elinin dört parmağını kopardı. Kanlar içindeki kesik parmaklar nemli zemine düştü. Sansar Sakis'in dilinden "yedi" rakamı döküldü. Mahzenin kapısını ardından sürgülendi. Zülüce akan kanları dindirmek için fistanının eteklerini yırttı ve kesik parmaklarına bastırdı. Öfkeyle söylendi.
"Huylu huyundan vazgeçer mi? Sana güvenmekte ne kadar aptalmışım. Lanetlenmiş şeytan. Piç... Cehennemin dibini boyla emi..."
Güneş dağların arasında dinlenmeye hazırlanırken, karabakal kuşları ağaçlardaki son meyveleri yemekteydiler. Fare sesleri ve keskin fare kokusu, Zülüce'nin içini bulandırıyordu. Birdenbire taş pencereden yedi zehirli engerek yılanı süzüldü. Zülüce'nin ziyaretine gelmişlerdi. Kısa bir süre sonra motorlu bir aracın çalıştığı duyuldu, Levanten Şimon köyden ayrılıyordu. Zülüce, öfkeyle ve nefretle başını kaldırdı, zehirli engereklerini inceledi, oldukça huzursuz görünüyorlardı. Hava kararırken onları tek tek duvardaki delikten giderken gördü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖMRÜM UZAKLARDA AZALMASIN
RomanceÖMRÜM UZAKLARDA AZALMASIN BÖLÜM 1 SEL Kurbağalar yağmuru günl...