Part 41 GÖÇ

16 1 0
                                    


BÖLÜM 41


GÖÇ


Paskalya bayramı öncesi yeni kilisenin tamamlanışıdır. Kilisenin pazar günü ibadete açılacak oluşu ama herkesin buruk bir hüzün taşıyışıdır. Paskalya bayramında Türkiye'de yapacakları son ayin öncesi köye beklenen tebligatın ulaşmasıdır.


Paskalya bayramından önce köy kilisesi tamamlanmıştı. Kilisenin Atina'dan gelen beş yüz kiloluk büyük çanı kuleye yerleştirilmiş ve gösterişli büyük haçı da palangalar kullanılarak çatıya dikilmişti. Yunanistan'dan gelen ikonalar duvarları süslemişti. Kilise bu pazar ibadete açılacaktı ama köydeki herkes buruk bir hüzün taşıyordu. Belki de bu hafta Türkiye'de yapacakları son ayin olacaktı. Akşamın lal rengi kilisenin duvarlarına düşerken köye beklenen tebligat ulaşmıştı. Kilisenin önünde çalışan köylüler ilçeden gelen askeri aracı görünce şaşırmışlardı. Dört jandarma ve sert mizaçlı uzun boylu bir komutan jipten inmiş kilisenin önünde heykel gibi dikilmişti. Ankara'dan gelen tebligat okunurken adamlar, kadınlar, kızlar ve çocuklar ağlıyorlardı. Kendilerine tanınan en kısa sürede köy boşaltılacaktı ve Bandırma limanından Yunanistan'a kalkacak gemilere bindirileceklerdi. Boşaltılan köye Yunanistan'da yaşayan Türkler yerleştirilecekti.


Mübadele haberiyle Elbizlik Rumları sarsılmışlardı. Günlerce içlerine bu haber oturmuştu. Pirinç tarlaları, üzüm bağları, kestane ormanı, kilise inşaatı ilk defa bu kadar suskundu. Kadınlar ve kızlar düğünlerde oynamadılar hatta saksılardaki çiçekler bile sulanmadı, unutuldu. Köpekler, çakallar ve kurtlar her gece Aladağlar'a doğru acıyla uludular. Belki gerçek olmayan bir önseziydi ama gece kuşları köyün üzerinde daha da dolanır oldular.


O sabah güneş bulutların arasından hüzünle yükseldi. Manoli bütün eşyalarını hazırlamıştı. Köy meydanında bekleyen yaylı arabalara gitmeden önce son defa Salamis'in mezarını ziyaret etmiş ve mezarına çiçek bırakmıştı. Evden getirdiği birkaç mor süsen yumrusunu elleriyle kazdığı toprağa gömmüştü.Biliyordu Salamis zambak kokusunu severdi. Köyde yolculuğa çıkamayacak birkaç yaşlının dışında hiç kimse kalmamıştı. Manoli'nin annesi de çok hastaydı ve bu yolculuğa çıkamayacak kadar güçsüzdü. Manoli annesinin yanaklarını, gözlerini öpüyor, onun kokusunu içine çekiyordu. Belki bir daha annesini dünya gözüyle hiç göremeyecekti, Marmara Denizi gibi ayaz gözlerine hiç doyamayacaktı.


Manoli kendini toparlamaya çalıştı. Saçını boy aynasında düzeltti. Nasıl olsa dayısı biraz daha iyice sayılırdı. Annesine bakardı buralarda. Hem yola çıkarlarsa günlerce gemi yolculuğuna dayanamaz ve yolda ölürdü. Cesedinin denizde balıklara yem olmasına gönlü razı olmazdı. Ardına bakarsa annesinden kopamayacağını da biliyordu. İçinde volkanlar depreşirken nasıl gidecekti uzaklara...


 Manoli yaylı arabaların sesini duymuştu. Yaylı arabalar hareket etmişti. Biraz daha kalırsa son arabayı da kaçırabilirdi. Dayısı başıyla gitmesi için işaret etmişti. Geri dönüp son defa annesinin elini sımsıkı tutmuş, koklamış ve öpmüştü. Greg'in sesini işitmişti birden. Son yaylının onu beklediğini duymuştu. Greg'e baktı ve son isteğini yerine getirmek ister gibi bahçeye koştu. Elindeki toprak testiye bahçe toprağı dolduruyordu. Greg durumu anlamıştı, doğduğu yerlerin toprağını götürmek isteyişini. Manoli bahçe çiçeklerinin tohumlarından da bir torbaya doldururken Greg, Manoli'nin omzuna dokundu.

ÖMRÜM UZAKLARDA AZALMASINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin