Selam
Yaşıyorum,
Galiba.Eylül ayına girmiştik. Havalar en azından geceleri serinlemeye başlamıştı. Bu durumdan hoşnuttum, çünkü yazı ne kadar seversem seveyim sıcaktan sıkılmıştım artık.
Her şey aynıydı, hatta belki de çok daha iyiydi. Öncelikle Duha'nın babasının sakatlığı geçmişti. Alçısı çıkarılmıştı ama yine de doktor ayağını çok fazla zorlamamasını söylemişti. Tabii Recep amca pek fazla dinlemiyordu doktorun sözünü ama neyse!
Sakat olduğu süre boyunca Duha sık sık babasını ziyarete gitmişti. Birlikte gittiğimiz zamanlar da oluyordu elbette ama ikimiz de çalışan insanlardık, o yüzden pek fazla imkanımız olmuyordu. Duha'nın köyde olduğu vakitlerde ben de boş evde kalmak yerine ailemin yanına gidiyordum.
Ailemle aramı düzeltmiş sayılırdım. Daha doğrusu babam pek benimle iletişime geçmiyordu, oysaki Duha'nın çalıştığı pastaneye ortak olduğu için onunla bol bol görüşme imkanım olabilirdi. Babam oğluyla konuşma taraftarı değildi anlaşılan. Diğer taraftan annemle eski samimiyetimize kavuşmuştuk. En azından Nihan konusunu açmıyor, benimle günlük sohbetler edebiliyordu. Nihan ve sevgilisi epey duyulmuştu çevrede. Belki de ondan artık ses etmiyorlardı. Nihan yeni bir hayat kurmuş ve ben yalnız kalmış gibi görünüyordum neticede. Suçlu durumundayken mağdur durumuna düşmüştüm bir anda.
Eskiden de çok sıkı bir aile bağımız olduğunu söyleyemezdim. Duha'nın ailesi gibi sıcak, samimi ve sevimli değildik biz. O yüzden şimdiki halimiz kötünün iyisiydi.
Evin en değerli üyesi benim için her zaman Gizem'di. Gizem küçüklüğünden itibaren yaydığı sıcaklıkla bizim soğukluğumuzu kırmıştı. Evin küçük prensesi olmuştu hep. Bazen delicesine kıskandığım o muameleyi şimdi ben de yapıyordum ona karşı. O artık benim de prensesim olmuştu.
Gizem Duha'nın tüm arkadaşlarıyla tanışmıştı. Önce Ahmet ve Elif'le sonra da Selçuk'la tanışmıştı. Tabii Demir'le de öyle. Hatta Demir'le öyle iyi anlamışlardı ki çok şaşırmıştım.
Bazen herkes bir araya toplanabiliyordu. Aslında şimdiye kadar bir kere gerçekleşmişti bu olay. O gün de benim için bol baş ağrılı olmuştu gerçi. Ahmet ve Elif sürekli didişiyordu. Onların didişmesine alışmıştım. İtişmeli çekişmeli, tatlı bir arkadaşlıkları vardı ama Ahmet ve Selçuk'un didişmesi çekilecek çile değildi. Tıpkı bir Çin işkencesiydi. Hatta olayın ciddiyetini kavramanız için size o gün yaşanan kısa bir olayı anlatacağım.
Birlikte oturup film izliyorduk. Sesler o kadar yüksekti ki bu ne biçim bir film izleme anlayışı diye saydırıyordum içimden. İçim dışıma vurmuş olacak ki Duha bana bakıp güldü. Tam bir şey söyleyecekken Selçuk konuştu.
"Ahmo ya, şu televizyonun sesini açsana. Ya da kendi sesini kıs. Sesinden hiçbir şey duyulmuyor."
Bunu Ahmet'e gıcıklık olsun diye söylediğini düşünüyordum. Çünkü en çok Selçuk konuşuyordu. Ahmet mesaj yazıyordu o sırada telefondan.
"Ben mi?" dedi kendini gösterirken şaşkınlıkla.
"Sen tabii. Duyamıyorum filmi."
Ahmet şaşkın suratını onay almak ister gibi bana çevirdi.
"Ben konuşmuyorum ki."
Selçuk hiç umursamadan ağzına patlamış mısır attı. "Açsana sesini." dedi.
Ahmet'in kara kaşları eğilip bükülmüştü şimdi. Önce önünde duran kumandaya, ardından Selçuk'a bir bakış atıp sırtını kanepeye yasladı ve iyice yayıldı oturduğu yerde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİSAFİR - B×B
Roman pour AdolescentsDuha, yalnız yaşayan ve küçük bir pastanede kasiyerlik yapan bir gençti. Bir gün işten boş eve geldiğinde çok içten bir dua etti ve Yaratıcı bu isteğini geri çevirmedi. Evet, Duha sessiz evinde birinin ayak sesini işitmek istiyordu ama bir konuda he...