Bölüm : 26

1.4K 143 150
                                    

Artık'lar ve Zorunda'lar ♧ 

23.04.15


William Ewart bencilliği; insanlığın en büyük laneti diye tanımlar.

Bu muhakkak doğru! Şüpheye düşmeye hacet yoktu. Nihayetinde mükemmel bir örneğe sahiptik; Park Chae Young'a

Yüzünü karartıp, ilk defa hakikatten kalbini kıran bir gerçekle Kore'ye dönüyordu. Fırsatını yakaladığında topuklarını vura vura kaçacağı yere üç bavulla dönmesini sağlayan şey hayatını yöneten bencilliğinden -tabii yadsınamayacak kadar da çaresizlikten- başka ne olabilirdi? Sonuna gelmiş gibi hissediyordu. Kaçabileceği kadar kaçmış ama yine de hiçbir yere varamamış gibi. O gecenin ardından dünya kararmıştı sanki. Ayaklarını aydınlatan, gidebileceği tek yere dönüşünü işaret eden acımasız parlaklık dışında artık her şey biraz silikti. Engelleyemediği bir yorgunluk çöktü üzerine. Şöyle dönüp de kendisine zar zor bakabildi. Ben dönüyorum ama şu noktaya kadar elimde olan zamanı nasıl harcadım, öz sevgisini taşımakta zorlandığım benliğim sahiden olması gerektiği şekilde miydi? Kendisine karşı yürüttüğü ilk soruşturma elbette pek başarılı geçmiyordu. Yüksek egosu bu sorgu suali şahsına hakaret sayarken gerçekçi kalan son parçası her şeyi ortaya dökmekten, bilinen Kang Roseanne'nin kim olduğundan bahsetmekten çekinmemişti.

Basit bir kadındı Rosé. Anlamak ve anlatmak kolaydı. Mesela o hep ben demişti. Her hareketinden, her sözünden önce hep şöyle düşünmüştü; 'bu yapacağım şey beni memnun edecek mi? Kendimi daha iyi hissetmemi sağlayacak mı?' Karmaşık görünmesine neden olan sihirli örtüyü kaldırınca ortaya çok açık bir rota çıkıyordu. Kocaman bir farkındalık. Kendisini kusur, yetersiz zanneden herkesin derin bir nefes almasını sağlayacak rahatlık.

Konu hiç Rosé'den başkası olmamıştı ki...

Tarihlerindeki küçük bir aydınlanmaydı çağıydı bu cümle. Çünkü olan biten her şey onunla ilgiliydi; onun hisleriyle, onun tatminliğiyle, onun davranışlarıyla, onun mutluluğuyla ve onun arzularıyla. Bulunduğu yerde herkes farkına varmadan aynı amaca hizmet etmeye başlardı. Rosé, hepsini kendi şeytanlarını doyurmak için öyle ustaca kullanırdı ki; üzerine oturttuğu dünya benim etrafımda dönüyor tavrını onu tanıyan herkese kabul ettirirdi. İşte Kang Roseanne böyle bir kadındı. Olduğu kişinin en fazla farkına vardığı günü yaşıyordu ve aklında tek bir soru oluşmuştu: 'Şimdi kalkıp da neyi değiştirebilirim?' Ne için kendisini merkezden geriye atması işe yarardı? Tamam, kurtulmak diye bir seçenek kalmadı. Silikleşen dünyasını alıp temelli geri dönüyordu ve bundan daha büyük bir fedakarlık yapmasını gerektirecek ne olabilirdi? Güzel günleri kendisini değiştirmeye çalışarak getiremeyeceğine karar verdi. Bundan sonra yapacağı her şey Bataklık'ta geçecek olan hayatını güzelleştirmek üzerineydi. Kısacası ben kavramının eskisinden daha önemli olmuştu artık.

Ömrü mahkum edilmiş yıllar önceden,  yaşayabileceği tek hayat bir noktaya saplanmış. Cahil cesareti gösterip sonucunda ölmek, planlar dahilinde bile değil. Yapılacak şey belliydi; çamurda da açmayı öğrenecekti Rosé. Güzellikse hâlâ güzel, duyguları hâlâ doyumsuz, istekleri hâlâ diğerlerininkinden önemli ve yerine getirilebilir, hayatına dahil olmak isteyen onlarca insan var hâlâ, istemeyeceği kadar popülerlik, sahte de olsa sevgiye sahip hâlâ. Aynı kişi olacaktı. Dışarıda yaşayabileceği hayat daha iyi olabilirdi evet, ama buna boyun eğecek değildi. İstediği kadar güzelleştiremeyecekse bile en azından oraya katlanmayı öğrenecekti.

Good and Bad² [ V ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin