Güzey:
"İnsanları anlayamıyorum hala. Bu gidişle de her sayfaya bu cümleyle başlayacağım gibi duruyor.
İnsanları anlayamıyorum...
Sahi anlaşılıp anlaşılmamak onlar için dert edilecek bir sorun muydu?
Benimki de soru. İnsanlar ne zaman düşünme ve insanları dinleme zahmetinde bulunmuştu ki?
Oysa bir oturup soluklansalar, yazık ettikleri organlardan biri olan dillerini kelepçeleseler, ardından da sinelerini mezar edinmiş kalplerini, o izbe mezarlıktan çekip alsalar, oturup sadece göz göze gelseler...
Kalplerini devre dışı bırakmadan göz göze geldikleri an görecekler.
Neyi göreceklerini bilmiyorum ama eminim ki görecekleri şeyler onları da, onların teneke kutusu gibi peşlerinde sürükledikleri kötülüklerini de durduracak..
Evet sevgili Belen, tüm bunları söylüyorum ama bir de asla göz ardı edilemeyecek acı gerçekler var. Ya da ihtimaller...
İnsanlar kötülüğe öylesine bulaşmış, kalpleri öylesine karanlıkla yoğrulmuş ki kendi açtıkları yaraların da, kendi harladıkları ateşlerin de sorumluluğuna erişemiyorlar.
Üzgünüm Belen.
Yine tüm gerçekçiliğimle göz gezdiriyorum etrafıma ve üzülüyorum. Üstelik alışamıyorum da. Ne insanların acımasızlığına ne de bu acımasızlığa üzülmeden duran kendime.
Geçmişim omzumda öyle bir kambur ki bu kamburun ağrısını da sızısını da zorluğunu da bir tek ben görüyorum. Ve insanlar, hani kalplerinde vicdan yerine apitraki taşıyan şu yaratıklar, sanki bu kamburu onlar bırakmamış gibi ya görmezden geliyor ya da gerçekten görmüyorlar.
Üzgünüm Belen.
Hala bu kamburu suskunluğumun avucunda taşıyabildiğim için üzgünüm. Tüm cesaretime rağmen içimden söküp atamadığım korkaklığım adına üzgünüm.
Ama biliyorum Belen, biliyorum. Her şeye ve herkese rağmen birgün üstüme tadını bilmediğim bir güzellik sinecek. Ardından da tüm korkaklığımdan en temiz şekilde arınacağım.
Birgün, birgün ben de konuşacağım. Üstelik sesimi de duyuracağım.
Ne demişti Tezer Özlü:
"Hayat bağıra bağıra susmayı öğretir insana."
Bense susa susa bağırmayı öğreneceğim.
Nitekim beni insanların o karanlık dünyalarından ayıran bir yöntemle yapacağım bunu.
Sabırla, bekleyerek..."Üstümde gezinen gözleri umursamadan artık ortalarını bulmuş siyah kapaklı defterime son kelimeleri döküp usulca kapattım. Kalemi defterin kapağına sabitleyip başımı kaldırdığımda otobüsten inmem için bir durak daha ilerlememiz gerektiğini fark ettim.
Kurumuş damağım ve çatlamış dudaklarımı dilimle ıslatıp otobüse göz gezdirdiğimde önümdeki teyzelerin hararetle sohbet ettiğini fark ettim. Konuşmak her zaman son tercihimdi, dinlemekse nefes alıp vermekle eşdeğerdi benim için. Önümde sürekli kayan eşarbını düzeltme çabası içerisindeki teyzeye dikkat kesildiğimde onunla birkaç gün önce karşılaştığım aklıma geldi. Yanılmadığımı keskin hafızamın o güne gitmesiyle anlamıştım.
Birkaç gün önce otobüsle eve dönerken ayakta zar zor duruyordum. Önümde kahverengi eşarbını sürekli düzeltmeye çalışan bir teyze ve yanında adının Zeliha olduğunu konuşmalarından anladığım bir kadın vardı. Fısır fısır konuştuklarını zannetseler bile konuşmalarını duymuş ve güne gittikleri Aliye diye bir kadını çekiştirdiklerini anlamıştım.
Şimdi önümde aynı kahve eşarbıyla yanında başka bir kadınla birilerini çekiştiren kadına baktım. Kulaklarım her ne kadar bu komşu dedikodularını duymak istemese de otobüste yaşı ilerlemiş tek insanlar bu iki teyzeydi ve gençler de ellerinde telefonlarıyla dış dünyaya kapanmışlardı. Bu durum sessiz otobüste önümde oturan iki teyzenin konuşmasını net duymama sebep oluyordu. Kahve eşarplı teyze elini yanındakinin koluna koyup Aliye diye hitap edince dikkat kesildim. Biraz dinleyince yanında adı Aliye olan kadına Zeliha ismindeki komşusunun yemeklerini ve temizliğini eleştiriyordu.
Aklıma birkaç gün önceki hali gelince istemsizce göz devirip alaycı bir halde güldüm. Kadın komşusuna komşusunu yeriyor, birkaç gün sonra da yerdiği komşusuna öteki komşusunu yeriyor.
İnsanlar hakkındaki fikirlerimi, inançlarımı hiç sorgulamama sebeplerim insanların ta kendisiydi. Nitekim kahverengi eşarplı teyze bunun örneğiydi.
Sıkıntıyla nefes verip yanımdakine baktığımda benden birkaç yaş büyük olduğunu düşündüğüm bir kızdı. Az önce yazı yazdığım defterime merakla gözlerini dikmiş ona bakmama rağmen hiç çekinmeden hala meraklı gözlerini çekmemişti. İçimden gelen göz devirme isteğini zar zor durdurup gözlerimi otobüste biraz gezdirdim. Her haftasonu aynı otobüsü paylaştığım insanlar dışında birkaç tane tanımadığım genç vardı. Ama giyimlerine ve sırtlarındaki çantalara bakılacak olursa iki durak geride bulunan, bu sene açılışı yapılan liseye giden öğrencilerdi. Kurstan dönmüş olmalılardı. Başımı çevirip camdan dışarıya baktığımda durağa az bir şey kaldığını gördüm. Kucağımdaki sade gri çantamı tek omzuma atıp defterimi göğsüme bastırdım. Ayağa kalkıp yanımdaki kızın yer vermesini bekledim. Anlamamış olmalıydı çünkü ayağa kalkmama rağmen hala merakla elimdeki deftere bakıyordu. Rahatsızlığımı belli etmek için defteri arkama alıp kıza dik dik baktığımda kalkıp geçmem için yer verdi.
Ayakta duranları dürtüp ön taraflara geçmeye çalışırken yanından kalktığım kızın burun kıvırdığını ve duymayacağımı düşünerek "soğuk nevale" dediğini duydum. Dudaklarım kıvrılacak olsa da kendimi durdurup açılan aralıktan öne geçtim. Durağa geldiğimizde hemen otobüsten indim ve hafif esen rüzgarın tenime dolanmasını bekledim. Duraktaki insan sayısı çoğalınca çantamın öteki kolunu da takıp kulaklığımı taktım. Telefonumun ana ekranına kısa yol olarak eklediğim müzik uygulamasını açtım. Ne olduğuna dahi bakmadan herhangi bir yere bastığımda kulağıma usulca doluşan ezgiden Evgeny Grinko'ya ait bir parça olduğunu anladım.
![](https://img.wattpad.com/cover/301654492-288-k927101.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sönük Kibrit Ve Buz Tutmuşlar
Teen FictionOnun hüzünle kaplı gözlerini gördükçe içimin sızladığını hissediyordum. Çaresizce başımı kaldırıp yukarıya baktım. Konuşurken ona bakamıyordum bile. "Unutamıyorum Beyaz Gömlekli. Mutlu olayım, geride bırakayım her şeyi diyorum. Aptal Güzey, yanındal...