"Hüzün ki en çok yakışandır bize
Belki de en çok anladığımız
Biz ki sessiz..."Hilmi Yavuz
İnsan, ateşin ya da suyun ortasındayken düşünme yetisini kaybedebiliyormuş.
Yanmamak için ateşten, boğulmamak için sudan kaçmaya çalışırken başka bir şey düşünemez oluyor.
Bir zamanlar bir ateş girdabındayken yanmamak için kaçmak dışında hiçbir şeyi umursamıyordum. Şimdi ise her bir zerrem yanık izleriyle doluyken içine atladığım sularda boğulmaktan korkuyorum.
Haklıydım.
Yüzyıllarca insanlığın da inandığı, ama başkasının uyguladığını görünce ayıpladığı bir söz vardı.Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer.
Lakin ben bu deyişi çürütmüştüm anın büyüsüne kapılarak. Ruhumu yakan insanların uzattığı bir bardak suyla acizliğimi ispatlarcasına unutmuştum bazı şeyleri.
Ardından kendime, hayatıma, şeytani ve melek ruhlu insanlara kulak verdim.
Sonra tekrar düşündüm.
Güzey, diye sükunetle seslendim kendime.
Güzey, sen insanların sözlerine ne zaman itibar etmiştin?
Kendi sorumun cevabını veren ben oldum:
Hiçbir zaman.
Peki dedim, ne zaman güvendin insanların gözüne bakarken?
Yine ben cevapladım kendi sorumu:
Hiçbir zaman.
Peki dedim sonra, kendi sığ düşüncelerime içten içe göz devirirken.
İlk defa biri bakışlarıyla güven vermişken sana, sözleriyle kalbindeki ateşleri bir kıvılcım dahi bırakmayarak söndürmüşken, ellerinden tutup sen benim Pusulamsın, bırakmam seni demişken neden böylesine korku dolu düşüncelere kapılıyorsun? Neden bedenini, zihnini, ruhunu korkunun esiri ediyorsun.
KORKMA! dedim kendimi ikaz ederek. Korkma, ilk defa sönmeye yüz tutmuşken içindeki ateş, o sularda yüzmekten korkma.At gözlüğüyle değil, at gözüyle bak dünyaya.
Eve dönüp uzun olmayacak bir uyku çektikten sonra kendi düşüncelerim içinde gezinip durdum.
Saatler boyu öyle büyük çıkmazlara girdim ki sabaha karşı baş ağrımla oturduğum cam kenarından kalkıp duşa girdim.
Hem açlığımın hem de saatlerce girdiğim düşünce silsilesinin etkisiyle yorgun hissediyordum kendimi.
Kısa süren duştan sonra ağır hareketlerle birkaç beden büyük siyah tişört ve aynı renk pantolonumu geçirdim üstüme.
Aynanın karşısına geçmeden taradığım nemli saçımı salık bırakarak odadan çıktım. Salondaki eski duvar saatine baktığımda saatin sabahın dördü olduğunu gördüm. Sessizce mutfağa girip dolaba göz attım. Bir süre ne yiyebileceğime baktım. Akşamdan kalan yemek yerine iki elma alıp tekrar odama döndüm. Kitaplıktan yarıda bıraktığım kitaplardan rastgele birini seçip elime aldım. Ses çıkarmamaya özen göstererek vestiyerden anahtarı alıp bahçeye çıktım.
Meyve vermese de ne benim ne de Hasibe Ninenin kesilmesine gönlümüzün elvermediği kiraz ağacının dibine oturdum.
Bir süre düşüncelerimden uzaklaşıp bir meşgale bulmam gerekiyordu. Yoksa ikilem bataklığında nefessiz kalacaktım.'İnsan ne şekilde yaşarsa, o şekilde düşünür.'
Gözüme çarpan cümleyle okumaya ara verdim. Doğruydu galiba. Ben bugüne kadar ne şekilde yaşadıysam, ne şekilde yaşamak zorunda kaldıysam öyle düşünmüştüm.
Neden bir çıkmazın içinde olduğumu da açıklıyordu bu cümle. Beyaz Gömlekli, bana mutluluğu, huzuru, güzelliği vadetmişti. Ona güvenmiştim, halen daha güveniyorum. Ama yaşadıklarım bana kötü şeyler düşündürtüyordu. Yaşadıklarım bana kuşkuyu aşılıyordu.
Tekrar okumaya devam ettim. Arada önceki sayfalarda altını çizdiğim sayfalara da göz atarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sönük Kibrit Ve Buz Tutmuşlar
Teen FictionOnun hüzünle kaplı gözlerini gördükçe içimin sızladığını hissediyordum. Çaresizce başımı kaldırıp yukarıya baktım. Konuşurken ona bakamıyordum bile. "Unutamıyorum Beyaz Gömlekli. Mutlu olayım, geride bırakayım her şeyi diyorum. Aptal Güzey, yanındal...