2.Bölüm: Huzursuzluk Yaratanlar

552 48 0
                                    

Güzey:

"Hatırlıyor musun Belen, Shakespeare'in kitabında karşılaştığım muhteşem iki dize vardı. Hani elimde kahvem, bahçe duvarında oturup saatlerce 'Kral Lear' okuduğum gün. Yanıma kalem almayı unuttuğum için ağaçtan kopardığım bir dalın ucunu kahveye batırıp altını çizdiğim o cümleyi hatırlıyor musun?

"Oysa benim içimde savaş var.
Durmadan ölüyor içimdeki insanlar."

Ben hiç unutmadım bu cümleleri. Oysaki içim ölü insanlarla doluşmuş. İçimdeki savaşta ölecek ya da öldürülecek tek bir insan dahi kalmamıştı o dizeleri okurken.

Şimdi ise etrafıma şöyle bir bakıyorum da Belen, meğer asıl savaş oradaymış; insanların bakışlarında, konuştuklarında, duyduklarında...
Asıl savaş onların arasında. Ve hiç acımadan birbirlerine ait ne varsa öldürüyorlar. Hiç acımadan birbirlerine besledikleri duyguları, sevgiyi, merhameti, anlayışı, sabrı öldürüyorlar.

İnsanlar sevilesi değil Belen.

İnsanlar öldürmeye öldürülmeye o kadar alışkın ki, sevilesi yanlarını o denli kaybetmişler ki etraf kibrit çöpü mezarlığına dönüşmüş.

Acınası bir kargaşanın içinde ölüp ölüp diriliyoruz acılarımızla. Acıttıklarının bilincinde, acılarımızın dizinin dibinde onlar."

"İçeri geçebilirsin, müdür bey seni bekliyor."
Nöbetçi öğrencinin sesiyle birlikte elimdeki defteri kapatıp göğsüme bastırdım. Ayağa kalkıp müdürün odasına girdiğimde müdür birkaç saniye beni süzdü. Bursluluk sonuçları için çağırıldığım okula sabah Hasibe Ninenin hayır dualarıyla gelmiştim. O benim aksime epey bir heyecanlıydı. Müdür heyecanlı bir öğrenci bekliyor olmalıyı ki tek kaşını kaldırarak birkaç saniye daha beni süzdü. Ardından eliyle masanın önündeki siyah deri koltuğu gösterip oturmamı bekledi.
"Güzey Soral?"
Formaliteden sorduğu soruya başımı sallayarak cevap verdiğimde önündeki bilgisayara döndü. Bir süre bilgisayarda sonuçlarım ve okul geçmişim olduğunu düşündüğüm belgeleri okudu. Ardından memnun bir yüz ifadesiyle bana bakıp gülümsedi.
"Sınav sonuçlarının yanında başarılı bir okul hayatın da varmış. Tebrik ederim seni."
Başımı hafifçe eğerek teşekkür ettiğimi belirttiğimde konuşmaya devam etti.
"Son yılı olan öğrencileri kötü etkilenmemeleri için pek nakil etmiyoruz ama anladığım kadarıyla bu senin için pek bir şey ifade etmeyecek. Adaptasyon sorunu yaşamazsın değil mi?"
Eğer susarsam dilsiz olduğumu düşünmeye başlayacağına emindim. Boğazımı temizleyerek düz bir sesle cevap verdim.
"Hayır,sorun yaşamam."
Önündeki birkaç A4 kağıdını bana uzatınca göğsüme bastırdığım defterimi kucağıma bırakıp kağıtları aldım.
"Burda nakil işlemleri için önceki okul müdürüne ve veline imzalatman gereken belgeler var. Ötekiler de kulüp belirleyeceğin ve okul kurallarına hakim olabileceğin kağıtlar."
Başımı sallayarak onu onayladıktan sonra ayağa kalktım.
"Okul yeni bir aydır açıldığı için öğrenciler daha alışma sürecinde. Alışmakta zorlanacağını sanmıyorum. Yarın haftanın ilk günü ama sen imza işini hallet sonraki gün için sınıf listelerini yenileriz."
Başımı sallayarak teşekkür ettiğimde müdür beklemediğim bir şekilde gülümsedi ve çıkabileceğimi söyledi.
Elimde defter ve kağıtlarla okul koridorlarında yürürken müdürün velimin gelmesini sorun etmemesi içimi rahatlatmıştı. Yeni olduğu belli olan binadan çıkıp otobüs durağına geldiğimde sıradaki otobüsün gelmesine 15 dakika olduğunu görünce yolu yürümeye karar verdim. Endişeli ya da heyecanlı değildim okul değişikliğinden. Bir şey ifade etmiyordu bu tür şeyler benim için. Pazar günü olduğu için cadde  insan kaynıyordu. Suna ablanın işlettiği kafeye gitmeyi düşünsem de pazar gününün yoğun geçtiğini hatırlayınca yönümü eve giden yola çevirdim. Evde sessizce zaman geçirme fikri daha akıl kârıydı. Kulaklığımı takıp telefondaki parçalara göz gezdirdim. Mozart'ın 40.Senfoni' sini görünce açıp hafif esen rüzgarın tadını çıkarmaya başladım. İnsanların arasına karışıp bir aşağıdaki durağa kadar yürüdüğümde saat öğleden sonra 14.26 geçiyordu. Yolun kenarında bulunan banklar dolu olduğu için etrafı camla örtülü bir banka ilerleyip camına yaslandım. Birkaç dakika önümden geçip giden insanları inceledim. En sevmediğim ama kendimi yapmaktan da alıkoyamadığım bir aktiviteydi bu. İnsanları inceleyip onlar hakkında yorum yapmak zevk vermese de asla bırakamadığım bir alışkanlıktı. Simaları ve verdikleri izlenimleri hafızama kazımaksa sonraki adımdı. Yaklaştığını görünce yaslandığım camdan uzaklaşıp otobüse doğru ilerledim. Neyseki otobüs çok kalabalık değildi. Arka taraflarda bulduğum bir tekli koltuğa geçip dışarıyı izlemeye başladım. Gözümü ana caddede gezdirirken arabaların arasından bu tarafa ilerleyen bir adam dikkatimi çekti. Elini kaldırarak bu taraftan birine sesleniyordu. Yukarıda kalmış küçük camdan sesi duyuluyordu. Biraz dikkatli baktığımda adamın birgün önce karşılaştığım beyaz gömlekli adam olduğunu fark ettim. Baktığını fark ettiğimde ise daha yeni yeni anlıyordum, o bana sesleniyordu.
"Bekle bir dakika. Korkusuz. Dur. Otobüsü durdur."
O arabaların arasından ilerlemeye çalışırken otobüs hareket etmişti bile. Korkusuz diye hitap etmesiyle gülme isteğimi zar zor bastırıp önüme döndüm. İlgisizlik ve umursamazlık kanıma sonradan işlemiş olan iki huyumdu. Benim o adamla bir işim yoktu. Onun benimle işi olduğunu da hiç sanmıyordum. Ya teşekkür edecekti ya da kızıp hakaret edecekti. Bu düşünceyle arkama dahi bakmadan ilerleyen otobüsün içine göz attım. Birkaç meraklı göz arkada kalan beyaz gömlekliye bakmaya çalışsa da başka kimse fark etmemiş olmalı ki ön taraftan kimse cama bakma gereği duymadı. Omuz silkip kulaklığımı tekrar kulağıma yerleştirdiğimde Mozart'ı kaldığım yerden dinlemeye devam ettim.
Gözümü kapatıp başımı cama yasladığımda birinin omzuma sürtündüğünü hissettim. Gözümü açıp yan tarafıma baktığımda yirmili yaşlarında olan bir gençle göz göze geldik. Hiç tepki vermeden öylece bana bakıyor ve koluma sürtünüyordu. Ona dik dik bakmamı umursamadan devam ettiği yakınlaşma sinirimi bozmaya başladı. Omzumu sertçe ona çarpıp cama daha da yaklaşmama rağmen hiç umursamadan biraz daha yaklaştı. Boynumu yana eğip dişimi gıcırdattım ardından adama tek kaşımı kaldırıp meydan okurcasına baktım. O ise sırıtmış bana bakıyordu. Elimi hırkamın iç cebine attım. Avucuma aldığım çakıyı hafifçe çıkarıp başka kimsenin görmemesini sağlayarak adama işaret ettim. Çakıyı görünce bir an afallasa da hemen kendine gelip sırıtmaya devam etti. Benim cılız olduğumu ve bir şey yapamayacağımı düşünerek rahat davranıyordu. İğrenç elini kaldırıp omuzlarıma yerleştirince kulaklığımı sakince çıkarıp ayağa kalktım. Gözlerimi adamdan çekmeden şoföre seslendim.
"İnecek var."
Otobüs yavaşlarken eli hala omzumda olan adama dışarıyı çenemle gösterdiğimde hala sırıtarak bana bakıyordu. Kalkan mide özsuyumu durmaya zorlasam da kusmama çok az kaldığının farkındaydım. Otobüs durunca ani bir manevrayla adamın omzumdaki elini tutup ters çevirdim. Neyseki yaşına rağmen cılız bir şeydi. İnlemesini önemsemeden sırtına dirseğimle vurduktan sonra yüksek çıkan sesimle otobüstekilere seslendim.
"Yer açın."
Otobüste yükselen sesleri umursamadan önümdeki adamın bileğini biraz daha büktüm. İnleme sesi otobüsü dolduruyordu. Herkesin duyacağından emin olduğum bir sesle adama yaklaştım
"Gel tacizine bir de dışarda devam et. Şerefsiz."
Söylediklerimi duyanlar hızla geri çekildi. İki genç ile iki tane amca beni duyunca hızla gelip adama asıldılar. Onlara sert bakışımı atıp.
"Ben hallederim. Çekilin." dedim.
Söylediklerimi umursamadan adamı kaptıkları gibi dışarı çıkardılar. Ben de defterimi ve kağıtları hızla yerinden alıp otobüsten indim. Adamlar taciz etmeye çalışanı tutup kaldırıma doğru sürüklüyordu. Şoför de merakını gidermek için olsa gerek otobüsü durdurmuş, herkes camdan bizi izliyordu. Onu iki tarafından tutan adamlara bakıp
"Dokunmayın" dedim. Hemen itiraz ettikerinde önemsemeden telefonumu çıkardım. Rehberden bulduğum numarayı aradım. İkinci çalışta açılan telefondan gözümü çekip merakla bana bakan adamlara baktım. Dördünü süzüp ortadaki pisliğe baktığımda kolunun acısıyla yüzünü buruşturduğunu gördüm.
"Alo, Güzey."
"Kolay gelsin Ali abi. Ardıçlardaki durağa kadar gelir misin?"
"Ne oldu Güzey, sorun mu var?"
"Abi, pisliğin teki otobüste taciz etmeye çalıştı."
Önümdekilerin bana baktığını umursamadan devam ettim.
"Abi, eğer 5 dakika içinde gelmezsen bu pisliğe ufak bir zarar verebilirim." dedim.
Ali abi 5 dakikaya burada olacağını söyleyince telefonu kapattım. Adamı dövmemek için zor duran adamlara baktığımda iki amca da bana gülümseyerek bakıyordu. Gençler ise bana alayla bakıp tekrar adama bakınca öfkeyle kaşlarını çattı. Onların bu küçümseyici bakışlarını ve halletme aşklarını önemsemeden beş dakika bekledim.
Benim suskunluğumdan dolayı kimse ses etmiyor herkes merakla bekliyordu. Beşinci dakika bitince amcalara ve gençlere döndüm.
"Sağolun. Siz gidin. Bundan sonrası bana ait."
Onların cevabını beklemeden yüzünü buruşturan adamın yakasından tutup sağlam bir yumruk attım.
"5 dakika dedim. Süren doldu. Şerefsiz. Sıkıyorsa burda da yap."

Sönük Kibrit Ve Buz TutmuşlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin