45. SOYGUN

53.8K 2.4K 1.1K
                                    

Biraz uzun bir aradan sonra yine buradayım... Her neyse şunu söylemek istiyorum, finale birkaç bölüm hatta bir iki bölüm kaldı. Yani bu bölümde bazı şeyler kesinleşecek, tabii ki de aceleye geldiğini falan düşünürseniz bunu yazın lütfen, tatmin edici şeyler yazmaya çalışacağım. Umarım bunu başarabilirim, daha da uzatmadan iyi okumalar dilerimm.

Multimedya:Asya Zadeoğlu

Aslında yanlış anlaşılacak bir görüntü yoktu, ben nasıl olduysa artık Araf'ın ayak ucuna popo üstü düşmüştüm. Araf'ta neredeyse yarı uzanır bir şekildeydi. Hemen onun ayakkabısına ayağımla vurup ayağa kalktım.

"Göründüğü gibi değil, ya da göründüğü gibi. Biz tam çıkacakken sen geldin Yiğit." Diyerek hızlıca açıklama yaptım. Ellerini beline koyup tek kaşını kaldırdı.

"Demek öyle, peki elinde ki papatyalar neyin nesi?" Dediğinde Araf ayağa kalkmıştı. "Yoksa sevgili oldunuz da benim mi haberim yok?" Dediğinde gözlerim irice açıldı. Araf'ta bir anda öksürmeye başladı.

"Ne! Hayır, öyle bir şey yok." Dedim yine panikle. En sonunda Araf kendine gelerek, "Yiğit kardeşim sadece düşmüştük, başka anlamlar arama bunda. Bu çiçekte..." Deyip elini ensesine attı. "Öylesine bir şey, başka bir şey yok." Dediğinde yiğit derin bir nefes verdi.

"Neyse, zaten sana hesap vermek zorunda değilim. Ne yaparsan yap." Dedim ve ona doğru yürüyerek omuzuna sertçe çarptım. Sonra da çıktım.

🔥

"Ya aynen öyle işte anneciğim." Dedim avucuma biraz daha çekirdek alarak.

Annem imalı bir şekilde papatyalara, ardından bana baktı. "Yani Araf ile sadece arkadaşsınız öyle mi? Sence de bugünlerde fazla yakın değil misiniz anneciğim?" Çekirdeğin boğazıma kaçmasıyla öksürmeye başladım.

Yiğit ve Furkan'la hiç muhattap olmadan Efe ile eve gelmiştik. Şimdi o odasında uyurken annem ile bende mutfakta çekirdek çıtlıyorduk.

Ayrıca o papatya demeti başıma bela olmuştu, bir ara almasaydım keşke diye düşünmedim değil hani.

Annem sırtıma hafifçe vurup su uzattı. Hemen suyu içip ayağa kalktım. "Neyse ben gidiyorum, konu kapanmıştır kraliçem." Dedim ve içeriye kaçtım.

O anda zil çaldı. Gidip kapıyı açtım. Babamlar gelmişti. "Hoşgeldiniz!" Diyerek geçmeleri için yol verdim.
"Hoş bulduk." Dedi babam gülümseyerek.

Diğerlerindende karşılık alınca içeri geçtik. Annem de mutfaktan çıkmıştı. "Efe nerede?" Diye sordu Aral. "Yukarıda, uyuyor." Diyerek tekli koltuğa oturdum. "Sen nasılsın güzelim? Ne yaptın bugün, bir sorun olmadı değil mi?" Diye sordu Meriç abi.

"Yo olmadı. Normal bir gündü." Dediğimde başını salladı. Aniden dışarıdan, Edis'in martılar adlı şarkısının baya yüksek bir sesle kulağıma gelmesiyle kaşlarımı çattım. "Ne oluyor lan?" Dedi Güney.

Hiç bir şey demeden, koşar gibi dışarı çıktım.

Yiğit'i görmemle gözlerim irice açıldı. Furkan büyük bir ses bombasını tutuyordu ve iki tane uzun boylu çocuk kocaman bir tabela tutuyordu ve üstünde de şarkı sözleri yazıyordu.

"Sen yoksan ölümden ne farkı var? Gel etme, dön artık üzülecek martılar."

Tabela beyazdı ve üstüne sprey boyayla oldukça güzel bir biçimde yazılmıştı. Bu şarkı bir aralar Yiğit ve benim favori şarkımdı. Hatta sokağa çıkıp bağıra bağıra söylüyorduk. O anları hatırladığımda yiğitle göz göze geldim. Gülümsedi ve karşıma gelip bir fotoğraf uzattı. "Hatırladın mı?" Diye sorunca fotoğrafı aldım.

BİYOLOJİK AİLEM ✔️ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin