Bazen hayat sil baştan diyebilmek demektir. İnsan düşer. Sonra kalkar. Ama tekrar kalktığında hiç bişey eskisi gibi olmaz. Çünkü bu sefer dizlerinde dirseklerinde cizikler vardır. Yinede dimdik kalkar ayağa. Bir önceki acıya inat daha kararlıdır. Bu doğanın kanunu öyle değilmi?
İnsan yaralanır, yıpranır, ihanete uğrar ve her ne kadar bütün bir gün yanında kalabalık olsada günün sonunda gözlerini yanlız kapar.
Şiddetli rüzgar saçlarımı savururken bende tek başımayım. Su ülkesi surlarının önünde tek başımayım. Buraya kadar yanımda bir sürü kişi varken işin sonunda yine tek başımayım.
Bu benim kaderim. Ben hep sonunda yanlızlığa mahkumum.Ne mi yapıyorum şimdi. Pes etmiyorum. Ailemin evinde saatlerce kendime açıdıktan ve açınası bir şekilde ağladıktan sonra dimdik ayağa kalkıyorum.
Dün ejder ülkesindekilere gerçekleri anlatmışken bu gün yeni ve güçlü müttefiklerim için tehlikeli bir yolculuğa tek başıma çıkıyorum.
...
Sur boyunca dümdüz yürüdükten sonra sonunda daha önce içeri girmek için kullandığımız gizli tünele ulaşmıştım.
İlk seferde drageden gördüğüm şekilde elimi taş bloğa bastırdım. Ağır kapı titreyerek açılırken üzerimdeki pelerinin başlığını kafama geçirdim. sırtımdaki çantanın kemerlerini iyice sıktım ve derin bir nefes alarak içeri girdim. Dışarıda ki karanlık geceye rahmen tünel daha öncesinin tersine aydınlıktı. Duvarın kenarlarında meşalelerden aydınlatmalar konulmuştu.
Yanlızlık ve korku tüm hüçlerimi esir alırken kararlılıkla ilerledim. Sonunda tünel bitimte kalenin içindeki merdivenlere vardığımda önce etrafımı kontrol ettim. Ama görünürde kimse yoktu. Bir kaç basamak yükseklikteki pencereye tırmanarak kendimi sarayın bağcesine bıraktım. Yumuşak toprak düşüşümü biraz olsun yavaşlatmıştı.
Karanlıktan ve sık ağaçlardan yararlanarak kalenin çıkışına doğru ilerlemeye başladım. Bağcede nöbet tutan askerlere yakalanmaktan fazla korkuyordum.
Gergin geçen bir sürenin sonunda bağceden çıkmayı başardığımda derin bir nefes verdim. Ve daha önce geçitlere giderken kullandığımız ara sokağa doğru koşmaya başladım.
Sokaklarda kimse yoktu. Hoş saat daha sabah 4 falan olmalıydıya. Lunaya veya diğerlerine haber vermeden ayrılmıştım ejder vadisinden. Çünkü bu olanlardan sonra tek başıma gitmemi istemiyceklerdi haklı olarak.
Saatlerce koşarak bir sokaktan diğerine girdim. Karanlıkta yolumu bulmak biraz zordu.
Koşmaktan bacaklarım acımaya başlamıştı. Ama yakalanma korkusu acıdan ağır basıyodu.
Belki daha fazla koşabilirdim ama güneş doğmak üzereydi ve ben hesapladığım gibi daha geçitlere varamamıştım. Aydınlıkta ortalarda dolaşmak tehlikeliydi.O yüzden saklancak biyerler aramaya başladım. Etrafa bakınırken gözüme eski bir ev çarpmıştı. Tanıdık gelen bir ev...
Rosenin büyükannesinin evi...Temkinli adımlarla eve ilerledim. İçerden ses gelmiyordu. Daha önce rosenin yedek anahtardan bahsettiğini hatırladığım için verandadaki eski koltuğun altına eğildim. Ve anahtarı saklı olduğu yerden aldım.
Etrafı kolacan ederek kimsenin beni görmediğinden emin olduktan sonra içeri girdim. Kapıyı yavaşca ve olabildiğince sessiz bir şekilde kapattım. Sonra evdeki odaları kolacan ettim . Evde kimse yoktu. Bu rahat bir nefes almamı sağladı.
Sırtımda ki cantayı çıkartarak Kapının kenarına bıraktım sonra üzerimdeki ağır pelerindende kurtuldum. Kirden birbirine girmiş saçlarım ve kirden gözükmeyen tenimden fazlaca rahatsız olduğumdan akşama kadar geçirmem gereken zamanı ilk olarak banyo yaparak kullanmaya karar verdim. Ve önce rosun odasına girerek temiz çamaşırlar aldım. Sonra banyoya ilerledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Ruhlar
FantasyKüçükken masalları cok severdim. Güzel prensesleri kötü ejderhalardan kurtaran yakışıklı prensler, küçük bir öpücükle prensesi uyandıranlar... Ama büyüyünce farkettimki, o ejderhada yalnızdı, belkide yalnızca arkadaş istemişti kendine. Peki o prense...