Herkese Merhabalar, ilk kitabımın ilk bölümüne hoşgeldiniz. İlk defa kitap yazdığım için gözümden kaçan hatalar olabilir bu yüzden kendimi ve kalemimi geliştirebilmem için yorumlarınıza ihtiyacım var. Şimdiden teşekkür ederim. Keyifli okumalar 😊
Kısa bir bilgi; Lluvianna İspanyolca'da yağmur, Hayaidesu ise Japonca'da hızlı demek.
Nulla 'da yeni bir güne uyanmıştım. Güneş tüm benliği ile kendini göstermişti. Uzandığım yerden kendime gelmek için vücudumu esnettim ve gözlerimi rengi ağarmış beyaz tavana diktim. Bugün de her zaman olduğu gibi kahvaltı yapıp, ot toplamaya gidecek ve daha sonra Bayan Nenpai'nin hikayelerini dinlemek için herkesi meydana toplayacaktım.Harika! Hayatım heyecan dolu... diye düşünürken aniden kapıma vurulmasıyla sıcak yatağımdan kalkmak zorunda kalmıştım. Gelen Hayaidesu idi. Sesi oldukça gür geliyordu, her zamanki gibi enerjisi yerinde olmalıydı.
''LIuvia toparlan! Seni çok güzel bir yere götürmeye geldim.''
Yarı uykulu bir şekilde Hayaidesu'nun söylediklerini kavramaya çalışıyordum. Beni rutin hayatımdan birkaç saatliğine bile olsa uzaklaştırabilen tek insandı. Kapıyı açtım ve ona en içten gülümsememi sunarak,''Hemen hazırlanıyorum'' dedim.
Gözüm istemeden üzerinden çıkartmadığı mavi gömleğe takıldı, düğmeleri bağımsızlıklarını ilan etmek üzereydi. Gün geçtikçe kaslanan bedenine dayanmak zor olmalıydı. İçeriye girip kapıyı kapatmadan hemen önce "Lütfen kendine yeni bir gömlek al, düğmelerin için üzülmeye başladım" dedim. Utanarak iki eliyle süzdüğüm bedenini kapatmaya çalışırken "Hayır hala daha giyebilirim, beni dikizlemeyi bırak da gidip hazırlan" dedi.
Gözlerimi yaptığı büyük sırt çantasına kaydırdım görünüşe göre uzun ve yorucu bir yürüyüş olacaktı ama buna değeceğinden adım gibi emindim. Hayaidesu her zaman güzel yerler keşfederdi.
Odama geri dönüp hızlıca hazırlandım. Hayaidesu'nun bu sürprizlerine alışıktım.
''Nereye gidiyoruz?''
Soruma aldırış etmeden önden yürümeye başladı.
''Gidince göreceksin.''
Yavaş adımlarımla onu takip etmeye başladım.Hayaidesu ile küçüklükten beri arkadaşız. O zamanlarda beraber köyden ayrılır küçük keşiflere çıkar başımızı türlü türlü belalara sokardık. Bu durumun hâlen devam ediyor olması tebessüm etmeme yol açtı.
Yemyeşil engebeli yollarda parıldayan güneşin, cıvıldayan kuş seslerinin altında yürüyorduk. Etrafta eski insanlardan kalan kalıntılar vardı.
Yürümeye başlayalı sanırım yarım saat olmuştu. Şu an geçtiğimiz yolları zaten daha önce keşfetmiştik daha ne kadar ileri gidecektik ki? Biraz daha bu yönde ilerlemeye devam edersek ... Bir dakika!
''Hayaidesu! Bu yolun sonunda Kara Orman var, oraya gidemeyiz! ''
Endişeli çıkan sesimin ardından yürümeyi bırakıp olduğum yerde Hayaidesu'nun bana açıklama yapmasını bekledim. Arkasına dönerek rahat bir tavırla cevap verdi.
''Merak etme ormanın içine girmeyeceğiz ama etrafından dolanmamız gerekecek, korkmana gerek yok.''
Ah... İşte yine bana kocaman, sıcak gülümsemesini sunmuştu. Yakışıklı yüzünden etkilenmiş gibi yaparak onu onayladım. Bir süre daha yürüdükten sonra Kara Orman karşımıza çıktı. Burası tüylerimi diken diken ediyordu.
Orman upuzun ve sık ağaçlardan dolayı güneşi içerisine alamıyordu. Bu yüzden adına Kara Orman deniyordu. Arada sırada ormandan gelen uğultulu sesler, orman hakkında birçok dedikoduya sebep oluyordu. Mesela içerisinde mutasyona uğramış canavarların, hem türünü yiyen insanların vs yaşadığı söyleniliyordu. Bu sebeple herkes korkup oradan uzak duruyordu. Bunun yanı sıra birkaç ay önce köyde kendini ve gücünü kanıtlamak isteyen bazı insanlar tüm itirazlara rağmen Kara Orman'a gittiler ve bir daha geri dönmediler. Sebebi gerçekten canavarların onları yemesi mi yoksa başka bir şey mi bilmiyorum fakat ormanı uzaktan görmek bile tüylerimi diken diken olmasına yetiyordu.
''Yaklaştık.Biraz daha doğuya doğru gittiğimizde varmış olacağız.''
Hayaidesu'nun sesi oldukça heyecanlı çıkmıştı. Molaya ihtiyacım vardı. Onunla yola çıktığımda mutlaka hazırlıklı olurdum çünkü hiçbir zaman yürüyüşlerin kaç saat ya da kaç gün süreceği belli olmazdı.
Çantamdan iri iki kırmızı elma çıkardım ve birini Hayaidesu 'ya attım. Büyük bir ağacın gölgesine sığınarak yere uzandık. Gerçekten yorulmuştum. Elmamdan bir ısırık alırken doğrularak Hayaidesu 'ya doğru döndüm.
Kahverengi saçları ağaç yapraklarının arasından sızan güneş ışınları ile parlıyordu, gözleri gökyüzünü kıskandıracak kadar maviydi. Hayaidesu'nun sol gözündeki mavi iz gün geçtikçe belirginleşiyordu. Onunda diğerleri gibi olacağını bilmek kendimi yalnız hissetmeme neden oluyordu. Her zamanki gibi insanın kalbini eritecek çapkın gülümsemesini takınarak ''Yüzümde bir şey mi var? ''
Gülerek iki elim ile yanaklarını sıkıştırarak ''Hiç... Sadece ne kadar çirkin olduğunu düşünüyordum.'' Bu sözlerimin inandırıcılığı sıfır olduğu için ikimizin aynı anda kahkahaattık.
''Bu kadar dinlenme yeter, yola çıkalım.''
Hayaidesu 'yu onaylayarak yerimden kalktım ve bir müddet daha yürümeye devam ettik. Ayaklarım artık beni taşımıyordu. Kendimi yere bırakmak üzereydim ki Hayaidesu vardığımızı söyledi fakat ben etrafta birbirine geçmiş ağaç dallarından ve sarmaşıklardan başka bir şey göremiyordum.
''Gerçekten burası mı?''
''Şişt! Sessiz ol ve dinle.'' Hayaidesu'nun ne demek istediğini anlamamıştım fakat dediği gibi sessiz olup dinlemeye karar verdim. Duyduğum su sesi ile meraklanmıştım. Gözlerimi şaşkın bir ifade ile ona çevirdim. Bana gülümsedi ve tam önümüzde duran birkaç dalı ittirdi. Kendimi ağaç dallarından oluşan minik bir tünelden geçiyormuş gibi hissettim. Sonunda gördüğüm manzara tüm bu yolu çekmemizi anlamama yeterli olmuştu.
Tam karşımda duran devasa ağaç suyu tıpkı elleriyle sunarmışçasına bana bakıyordu. Etraf yemyeşildi. Ağacın kökleri tüm bu yeri sarmıştı. İkimizde bu anı bekler gibiydik. Huzur dolu bu yere biraz daha göz gezdirdim. İçime dolan bu aitlik hissi nereden geliyordu? İstemsizce ellerinden gelen suyun oluşturduğu gölete yaklaştım. Göletin içinde parlayan yeşil ışık dikkatimi çekmişti. Daha iyi görebilmek için gölete doğru biraz daha eğildim. Parlaklığı oluşturan şeyin minik bir taş olduğunu fark ettim. Elimi parlaklığın kaynağına uzatmaya çalıştım.
''Burayı seveceğini biliyordum, dur sana yardım edeyim.''
Hayaidesu botlarını çıkardı ve pantolonunun paçalarını sıvayarak gölete girdi. Elini suya soktu ardından parlak taşı aldı ve sudan çıktı. Avucunun içini açıp taşı bana uzattığında şaşırmıştım çünkü taş siyahtı. Siyah bir taşın su içerisinde nasıl böyle güzel parlayabildiğini anlayamamıştım. Teşekkür ederek bana uzattığı siyah taşı aldım ve incelemeye başladım. Hiçbir özelliği yoktu. Hayaidesu 'ya döndüm ve ''Bu gerçekten parlayan taş mıydı?''
Hayaidesu botlarını giyerken ''Evet eminim, şu an parlamadığı için gerçekten üzgünüm Lluvianna.''
Kafamı sorun değil anlamında sağa sola salladıktan sonra tekrar taşa baktığımda can alıcı bir yeşil renkte parladığını gördüm. Heyecanlı bir şekilde Hayaidesu 'ya gösterdim.
''Tekrar parlıyor!''
Hayaidesu elimden taşı alarak anlam vermeye çalıştı fakat taş tekrar kararmıştı. Anlamamış bir şekilde birbirimizin suratına baktık ve taşı bana geri verdi. Taş ben dokunduğum anda tekrar parlak yeşil rengine bürünmüştü.
''Ah!'' Canımın birden yanması ile elimdeki taşı düşürdüm. Köprücük kemiklerimin arasında kalan boşlukta bir yanma hissi vardı.
Hayaidesu telaşlı bir şekilde bana yaklaşarak ''LIuvia! İyi misin?'' diye sordu ve elini yanma hissi olan yere uzattı. Şaşkınca suratıma bakarak ''Bu...''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜHÜR- GÜÇ YOLUNDA(DÜZENLENİYOR)
FantasyBenim hikayem de sıradan olmak farklılıktı.Herkesin kendine özel, hayran edici güçleri varken, ben hiçbir şeye sahip olamayan sıradan bir kızdım. Bu yüzden içimde biriktirdiğim zayıf ve güvensiz benliğim, hiç beklemediğim anda, elime geçen sırlarla...