VII

89 13 12
                                    

Ertesi gün bizim oğlanlarla yediğim sıradan bir öğle yemeğinden sonra saat iki sularında kantine geçerek bir köşeye yerleşiyorum. Kyungsoo'yu sabahki derste görmedim. Bir haftadır derslere doğru düzgün gelmiyor. Bunun nedenini merak ediyorum çünkü onunla iletişim kurmaya başladığımdan beri neredeyse hiçbir derse gelmedi. Belki de ben onu fark etmeden önce de bu kadar devamsızlık yapıyordu ancak öyle olsa bile bu kadar dersi geçmesi mümkün olur muydu ki?

Beklerken oynamak için telefonumu çıkarıyorum. Kendisi buluşmak istemesine rağmen beni eker mi acaba? diye düşünmeden de edemiyorum. Bir de numarasını almayı aklımda bir yere not ediyorum.

Öğle yemeğinde de genelde beraber takıldığı Minseok'u hiçbir yerde görmedim. Gerçi Baekhyun bu hafta evde olduğundan bizim olduğumuz herhangi bir yerde gözükmesi için de bir sebebi olacağını sanmıyorum.

Saat iki buçuğu gösterdiğinde mobil oyunumda yaklaşık üç el geçmiştim. Oyundan başımı kaldırmama sebep olan şey ise masanın başında dikilen simsiyah bir siluet oluyor. Kafamı kaldırıp öylece durmuş, bana bakan Kyungsoo'yu görüyorum. Dikkate çarpan ilk şey sırtında taşıdığı çanta oluyor. Normal sırt çantalarından daha büyükçe olan çantanın keskin dikdörtgen şeklinden içinde bir enstrüman olduğunu tahmin edebiliyorum. Bir an içinde ne olduğunu sormak istiyorum fakat Kyungsoo'nun huzursuz bakışlarıyla karşılaştığımda vazgeçiyorum.

Fark edildiğini görünce karşımdaki sandalyeye oturmadan önce sırtındaki çantayı dikkatlice yere bırakıyor. Eğilip öndeki küçük gözünden bir defter ve kalem çıkarıyor. Ardından montunu da sandalyenin arkasına asıyor. Üzerinde Radiohead yazan siyah bir sweatshirt giyiyor. Altına ise yine aynı renkte, ceplerinin kenarları aşınmış bir kargo pantolon geçirmiş. Siyah, kendisine tamamen zıt olan ten rengini öne çıkarıyor. Saçları normalin aksine hafifçe ayrılmış ve rastgele birkaç tutam geriye doğru taranmış. Hep benzer şeyler giyiyor, sweatshirt, kot pantolonlar ve hepsi bol olmak zorunda. Nasıl bir vücut şekli var onu dahi çözemiyorum. Belki götten bacak, belki de biçimli bir gövde...

"Selam." diyorum. Bir şey demiyor ve defterini açıyor.

"Bu kadar kaba olmak zorunda mısın?" diye soruyorum bu kez. Bu gerçek bir soru çünkü benden niçin bu kadar nefret ettiğini bilmemek tuhaf hissettiriyor. Onu bir kez kızdırdım diye bana bir bokmuşum gibi davranması itiraf etmeliyim ki hoşuma gitmiyor. Eminim ki gün içinde zaten tonlarca şeye ve kişiye kızıyor ancak yine de her birinden bu kadar nefret etmeye başladığını sanmıyorum.

Bir nefes bırakıyor ve, "Konuyu belirleyelim, görev dağılımı yapalım ve sunuma kadar görüşmeyelim." diyor yüzüme bakmadan. Defteriyle bir öyle bir böyle oyalanıyor.

"Olmaz..." diyorum. "Sunum yapacağız, birlikte hareket etmemiz lazım. Üstelik hangi aşamada olduğumuzu kontrol etmeliyiz ki kopuk bir ödev olmasın." Başını kaldırmadan göz bebekleri bana dönüyor ve bu ürkütücü bakışa rağmen haklı olmak çok iyi hissettiriyor. Bir şey diyemiyor.

"Ödev konusu hakkında bir önerin var mı?" diye soruyorum konuşmayınca.

"Yok."

"Çatalhöyük uygun olur mu? Dün listeye bakma fırsatı yakaladım, bu konuyu seçen olmamış."

"Olur. " uçlu kaleminin arkasına birkaç kez basıyor ve defterine not alıyor.

(Bir ara.)

"Şimdi konu dağılımı yapalım o zaman, önce Çatalhöyük'ün genel tanımı ve öneminden bahsettiğimiz kısım... Bu kısmı almak ister misin?"

"Hayır."

"Tamam o zaman, bunu kendime yazayım." Bir yandan not alırken onun da kendi defterine not aldığını görüyorum. Göz ucuyla yazısına bakıyorum, karman çorman bir şey. 'Genel tanım ve önemi' yazdığı yere ok çıkararak 'Kim Jongin' yazıyor bir de.

anadoluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin