XXXV

100 12 8
                                    


"Kapının altından at Minseok."

Kyungsoo dizleri üstünde neredeyse yarı sürünür, yarı bitap düşmüş bir halde kapıya kadar ilerledi.

"Cidden çok özür dilerim Kyungsoo ama başıma neler geldi bir bilsen!"

Minseok'un kapının ardındaki sesi boğuk geliyor. Biraz sonra çömeldiğini hissediyorum ve işte, kapının altından ilaç kutusu kayıyor, Kyungsoo'nun çıplak dizlerine çarpıyor ve duruyor.

"Kapıyı aç bari, sana yardımcı olayım. İyi misin?"

Kyungsoo konuşmuyor. Yine dizleri üzerinde çantasına ilerliyor ancak ben ondan önce davranıp çantamdan su şişemi çıkarıyorum. Kyungsoo'ya uzatıyorum, almamasını bekliyorum ama alıyor. Almadan hemen önce korkunç bir bakış atıyor. Ardından bir ilacı ağzına atıyor ve suyla birlikte yutuyor.

"Kyungsoo konuş benimle. Cidden çok üzgünüm, bir bilsen... Annem yüzünden evden çıkmam bir saatimi aldı, tam o sırada otobüsü kaçırdım, diğer otobüs yirmi dakika sonra gelecekti ben de bisiklete bindim ama yarı yolda zincirim attı. Sonra Jin'i aradım, ancak gelebildik. İyisin ya?"

Bir dakika Jin mi? Jin kim ki?

"İyiyim Minseok. Sorun değil. Bir şekilde idare edebildim." Bunu derken yine bana bakıyor. Gözlerimi kaçırıyorum. Bunu istemeden yapıyorum.

"Biraz kendime geleyim çıkıp eve gideceğim. Sen şimdilik git." buz gibi ama yorgun bir sesle söylüyor bunu.

Minseok'un "Emin misin?" diyen endişeli sesini duyuyoruz sonra.

"Eminim."

"Tamam." Minseok uzatmaması gerektiğini biliyor olmalı. En yakın arkadaşı dahi olsa Kyungsoo'nun gazabından korkuyor olsa gerek. Dahası o an birçok şeye şükrediyorum. Örneğin feromon yaymadığıma, yoksa Minseok içerde bir alfanın olduğunu anlayabilirdi, Kyungsoo ile daha ileri gitmeden durabildiğimize, Minseok'un gelişine, şu an elimizde bir ilacın oluşuna ve Kyungsoo'nun güzelliğini görebildiğime... Her zaman giydiği o birkaç beden büyük bol kıyafetlerin altında böylesine güzel bir vücut sakladığını belki de bir tek ben biliyordum o an. Vücudu hakkında her şey hoşuma gitti; bembeyaz teni, olur olmadık yerlere saçılmış benleri, hafif biçimli ve engebeli karnı, kalın baldırları, hatta ve hatta kasık bölgesinin tıraşsız olması da.

Minseok'un gidişini çoktan duyduk.

Uzanıp ilaçtan bir de ben alıyorum ve hapı suyla birlikte yutuyorum. Ne olur ne olmaz diye. Sonra Kyungsoo'ya dönüyorum. Anadolu halısının üzerinde öylece oturuyor. Belden aşağısı çıplak, üzerine giydiği sweatshirti ve saçları kavgadan çıkmış gibi. Küçük penisi hala erekte halde. Ayaklanıyorum ve pantolonumu toparlıyorum. Düğmesini ilikle, fermuarı çek ve kemeri tak... Ardından Kyungsoo'nun yanına ilerliyorum. Eğilip kolumu bacakları altından geçiriyorum, diğer kolum da koltuk altından kavrıyor onu. Kyungsoo şaşırıyor, "N'apıyorsun?" diye soruyor ben onu kaldırırken. Nihayetinde kendine gelebilmiş. Feromonlar yüzünden on beş dakika adar önce aklı tamamen bünyesini terk etmişti. Öyle ki bir an orada beni sikecek zannetmiştim.

Onu kucağımda oda boyunca taşıyorum ve köşedeki her anımıza şahit olan yine o deri koltuğa oturtuyorum. Ne ara dolabın oraya kadar gittiğini bile bilmediğim boxerını alıyorum ve bacaklarından geçiriyorum. "Öyle halının üstünde oturma, üşütürsün."

Ayağa kalkıp belini kavrıyorum ve bedenini hafif havalandırıp boxerı kıçından geçiriyorum. Sonra geri çekiliyorum. Duyuyor musunuz? Profesör Jin'in odasında yankılanan yüzüme inen tokatın sesi.

"Siktir git." diyor bana. Kaşları çatık.

Yanağım sızlıyor ama önemli değil. O an eğer bu konuyu burada konuşmazsak sonsuza kadar problem olarak kalacağını o an anlıyorum.

"Rızan..."

"Başlatma rızama filan şimdi. Ben de istedim, oldu. Ben yaptıklarımın sorumluluğunu alacağım, sen de al. Yetişkin insanlarız neticesinde. "

"O zaman neden tokat yedim?" Sakince soruyorum bunu ama aslında tokat yediğim için inanılmaz bir öfke hissediyorum.

"Şerefsizin tekisin de ondan. Sevgilin olmasına rağmen benimle bir şeyler yaşıyorsun, sonra da bana sevgiliymişiz gibi davranıyorsun. Beni seks sonrası yatıp sarılabileceğin seks partnerin filan mı sandın?"

Korkunç bir ayaklanma. Pantolonunu yerden alıyor ve bacaklarını geçiriyor. Önce sağ sonra sol. Fermuar, düğme. Yerden çantasını alıyor, sırtına atıyor. Sanki az önce kızgınlıktan dolayı yarı baygın olan o değilmiş gibi inanılmaz bir güç geliyor bizimkine. Bu kez ben de sinirleniyorum. Kapıya doğru ilerleyen bedenini kolundan kavrayarak durduruyorum. Öyle sert durduyorum ki bedeni savruluyor. Hışımla bana dönüyor.

"Joon sevgilim filan değil tamam mı?"

"Fuckbuddyin mi? Umurumda değil, bu yine de yaptığımızı meşru kılmıyor."

"Neden bana karşı böylesin, başından beri?!"

"Bağırma bana!"

"Soru soruyorum, cevap ver."

"Sana hiçbir şeyin cevabını vermek zorunda değilim."

"Evet zorundasın, bana it gibi davranıyorsun. Seninle iyi olmak için her yolu deniyorum görmüyor musun?"

"Neden benimle iyi olmak istiyorsun ki? Beni ulaşılmaz gördüğün için mi? Biraz takıldıktan sonra benden de sıkılırsın Jongin, merak etme."

"Beni tamamen yanlış anlıyorsun!"

"O zaman kendini bana açıkla!"

Tereddüt ediyorum. O an söyleyeceğim şeyin altında ezilmekten korkuyorum ama sonra diyorum ki, Kim Jongin, sen böyle bir adam değilsin. En fazla ne olabilir ki?

"Senden hoşlanıyorum Kyungsoo."

Kyungsoo alayla gülüyor. "Şaka yapma be, hiç komik değil."

"Şaka değil." diyorum ciddiyetle. İlk seferde inanmaması modumu aşırı düşürüyor ama pes etmeyeceğim. Diğer kolunu da kavrayıp bedenini tamamen kendime çeviriyorum. "Sana kanıtlayacağım. Ne olursa yaparım."

Kyungsoo bir şey demeden yüzüme bakıyor. Kollarını ellerimden kurtarıyor. Geri geri adım atıyor, ayağı Anadolu halısının ucuna takılıyor, düşecek gibi oluyor sonra toparlıyor.

"O zaman burada yaşananları ve beni unut. Beni tanımıyormuş gibi davran." Önüne dönüyor ve kapını kilidini açtığı gibi odadan fırlayıp gidiyor.


anadoluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin