"Kes sesini gerizekalı."
Kyungsoo kafasını çıkarıp koridorun iki yanına şöyle bir baktıktan sonra beni, kızgınlığa girmiş bir omeganın aksine oldukça güçlü bir şekilde içeri çekiyor. Öyle ki son gücünü de buna harcamış olabileceğini düşünüyorum. Kapıyı sessizce kapatıyor ve üç kez kilitliyor.
Oldukça şaşırıyorum. Bir omeganın deli dehşet feromon yayarken bir alfayı tereddütsüzce metrelerce yakınına çekmesine mi yoksa Kyungsoo'nun kızgınlığa girmiş olmasına mı bilmiyorum. Yine de lafımı esirgeyemiyorum, "Böyle feromon yayarken sessiz olmanın seni fark ettirmeyeceğini mi sanıyorsun gerçekten?" diyorum.
"Kapa çeneni. Deli danalar gibi bağırmaya başlamasaydın gayet iyi gidiyordum."
"Ne yani burada geçmesini mi bekleyecektin? Yedi gün boyunca..."
Burun kıvırıyor.
"Asıl sen neden bir omeganın feromon kokusunu duymana rağmen ısrarla buraya geldin sorabilir miyim? Sapık mısın yoksa sen Kim Jongin?"
Yüzü kıpkırmızı. Öfkeli ancak bir o kadar da utanç içinde olduğunu yüzünün her zerresinde görebiliyorum. Derin derin soluklanıyor, dürtülerini bastırmaya çalışıyor belli ki. Gözlerinin hafif dolduğuna şahit oluyorum bu sırada. Göz pınarları saniyesinde ıpıslak oluyor.
İtiyor beni. Bir dakika kadar daldığım yüzünden bakışlarımı ancak böyle çekip kendime gelebiliyorum.
"Üstüme iyilik sağlık." diyorum kendimi savunmaya çalışarak. Beni itmesine sinirlenemiyorum bile. "Dediğim gibi buradan hemen almam gereken bir şey vardı." Birkaç adım atınca Kyungsoo aniden geriye sendeliyor. O ana kadar fark edememiş hatta cesaretine şaşırmış olsam da onun nihayetinde bir omega olduğunun ve tüm yaptığı cesaret gerektiren davranışlara rağmen bir alfanın yanında ürktüğünü anlıyorum. Bu kez yavaş ve temkinli birkaç adım atıp profesör Jin'in masasının etrafına dolanıyorum ve ilk çekmeceden asla alakam olmayan zımbalı bir kağıt yığınını alıyorum.
"İşte..." diyorum elimde sallayarak. Asla alakam olmayan bu kağıtlarla ne yapacağımı dahi bilmiyorum. Neden sonra o an geliyor ve nihayet koku rut döneminden yeni çıkmış benim için bile dayanılmaz bir hal almaya başlıyor. Kyungsoo'nun bacaklarının birbirine sıkı sıkı bastırılmış olduğunu ancak o zaman fark edebiliyorum. Burnumu elimle kapatıyorum.
"Sana ilaç lazım." diyorum.
"Minseok bir tane getirecek."
"Ne zaman."
"Bilmiyorum."
"Kaç saattir buradasın?"
"Üç."
Aniden yorgun düşmüş gibi cevaplar veriyor. Sert yutkunuşunu görebiliyorum.
"Üç mü? Üç saattir ortalıkta yok mu yani? Bu şaka olmalı. Mesaj attın mı ona?"
"Telefonumun şarjı bitti." suçlu bir çocuk gibi söylüyor bunu. O an delireceğim sanıyorum işte. Bacakları birbirinden ayrılmayacak kadar minik adımlarla masaya doğru ilerliyor ve destek alıyor. O an o masaya ne kadar sürtünmek istediğini biliyor gibiyim.
Ne diyorum ben?
Çantamı deri koltuğun üzerine koyuyorum ve sağlıklı düşünmeye çalışarak fermuarını açıyorum. İçinde ilaç, prezervatif gibi ıvır zıvırların olduğu kesemi arıyorum ama bu tamamen bir şaka olmalı ki ortada böyle bir kese yok. Olduğuna yemin edebilirim ama bu sabah ilaç almak için açtığım ilaç dolabının içinde unutulmuş kese bana aynı şeyi söylemiyor. "Siktir." diyorum. "Sana kendi ilaçlarımdan vermek istemiştim ama evde unutmuşum."