1.6

143 10 21
                                    

Özgür Asil'den...

İnsan herkesle mücadele edebilirdi, her şeyle de mücadele edebilirdi. Sayısız savaşa girerdik, mağlup olsak da bir şeyler öğrenirdik. Hayat buydu, şikayet edemezdik. Edebilir miydik?

İnsanın en zorlu savaşı ailesiyle olan savaşıydı. Doğup büyüdüğün yerde olandan kaçışın yoktu, yaşamak için katlanırdın. Kaçacağın günü kollardın, belki bazen severdin. Hislerin birbirine karışırdı, batardın ve batardın. Güneşi gördüğünü sanarken kara bulutlarla çevrilirdi etrafın.

Baba sorunu olan çok insan tanıyordum, Dolunay onlardan biriydi. Ama babası tarafından neredeyse satılacak olan birini ilk kez görmüştüm.

Bir insan nasıl olur da kızına değer biçip onu başkasına satmaya kalkardı?

Bunu duyduktan sonra en azından vicdanım olduğu için kendimi şanslı hissetmiştim. Büyük bir hata yapmış olsam da sadece kendi kıçımı düşünüp işin içinden sıyrılabilirdim ama yapamazdım. O adam nasıl yapmıştı? O olaydan sonra nasıl kızının yüzüne bakmıştı? Karısının ölümünün sebebi olması nasıl bir duyguydu?

Daha kendi ailesini koruyamayan ve kapı dışarı etmeye çalışan bir adam halkı korumak için mi görevlendirilmişti yani?

"Bana ne kadar değer biçmiş öğrenmek ister misin?" dedi Dolunay gülerken. Kilitlenmiştim, olduğum yerde donakalmış bir şekilde ona bakıyordum. Tepki veremiyordum. Ama Dolunay anlattıkça anlatıyordu. Yumruklarını sıktığını görebiliyordum.

"O adam 13 yaşındaki küçük kızına yüz bin lira değer biçti, karısı kahrından ölmese kızını satacaktı. İnanabiliyor musun? Bana hala dram filmlerinde yaşıyormuşum gibi geliyor."

Ağlaması kesilmişti, sadece sinirli bir şekilde gülüyordu. "İşte bu yüzden Özgür, seni korumak istedim. Vicdanlısın, benim için bu yeterliydi."

Az önce tırnaklarını üstünde gezdirdiği çay bardağı avucunun içindeydi, gerilen parmaklarından sinirle onu sıktığını görüyordum. Sol elinin parmak boğumları beyazlamıştı.

Sonunda beklediğim şey gerçekleşti, çay bardağı elinde büyük parçalara ayrıldığında masanın üstü cam parçalarıyla kaplandı. Dolunay yüzünü buruşturdu ve kanamaya başlayan elini salladı. Sonra bana bakıp deli gibi gülmeye başladı. Ayağa kalkıp ona yardım etmeye yeltendiğim sırada gülmesi şiddetlendi.

"Ne komik değil mi? Zavallıyım, zavallıyız. Birbirimizin yaralarını sarıp duruyoruz ama yaralanmaktan asla kaçamıyoruz."

"Dolunay..." dedim kısık bir sesle. Sandalyemi ilerletip ona yanaştığımda karşı karşıya durduğumuz için dizlerimiz birbirine değmişti.

Sol elini avucumun içine aldım, üç yarık vardı. Çok derin gözükmüyorlardı, masadaki kağıt havludan birkaç parça koparıp eline bastırdım. Elinin üstünü baskılayan elimde takılı kaldı gözleri. Gülümsemesi soldu, elini ellerimin arasından çekti. Sorarcasına baktığımda üç saniye boyunca cevap vermeden donuk donuk bana baktı. Sonra birkaç kez kafasını salladı.

"Elim kötü durumda değil, kanı durdurup bant yapıştırsam yetecek. Bir şey yapmana gerek yok."

Delirmişti, normal değildi. Dediği gibiydi her şey: Herkes biraz değildi, bizimki birazın iki tık üstüydü. Ama ne olduğunu merak ediyordum. Ne engellemişti onu? Neden uzaklaşmıştı birden benden? Tahminlerim olsa da kesin bir cevabım yoktu.

Sandalyesini geri çekip ayağa kalktı ve banyoya girdi. Arkasından bakarken bir şey hissettim, hissimin ardından gitmek istedim. Tamamen içgüdüsel olarak kapayıp kilitlediği banyo kapısının önünde durup kulağımı kapıya dayadım.

Gördüm Seni~texting~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin