the 1975, love it if we made it
-
Parkın içinde, sonbaharın son aylarına giriyor olmamıza rağmen hâlâ açmış çiçeklere sahip ağacın altında bekliyordum onu. Hafif rüzgârda sallanan dallar çiçeğin yapraklarının düşmesine sebep oluyor, kiraz çiçeği mevsimini andırıyordu. Birkaç çocuğun bağırışlarını duyuyordum. Oyun alanı oturduğum parka oldukça uzaktı, gürültüler uğultu şeklinde ulaşıyordu bana. Onunla tam bir gün geçirecek olmanın heyecanı tüm bedenimi sarmıştı. Uyuyakalmış olmasından endişe ediyordum. Jungkook ne kadar uzun zamandır derslerde uyumuyor olsa da, belki bu gece oyunlara dalmıştı.
Onu parkın girişinde gördüm; siyah pantolonunun üzerine siyah, kalın, kapüşonlu bir sweat giymişti. Çantasını omzuna asmış olması gülmeme sebep oldu. Üzeri broşlarla kaplı çantasını bir an olsun yanından ayırmama huyuna sahipti. "Hey." dedi beni gördüğünde, yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. "Kahvaltı yaptın mı?" Başımı iki yana sallayarak onu reddettim, yanıma oturdu ve çantasının fermuarını açtı. "Halam ikimize sandviç yaptı ve kutu meyve suyu verdi. Hemen yememizi, aç gezmememiz gerektiğini söyledi." Streç filme sarılmış sandviçleri ve kutu meyve sularını çıkardı. Çantasını kenara koyarak bankta bağdaş kurmasını izledim, bazen hiçbir şey umurunda değilmiş gibi davranıyordu. Onu anlamak zordu ama şikayetçi değildim, her an yeni bir Jungkook keşfetmek hoşuma gidiyordu. Sandviçin içini kontrol ettim, baharatlı bir şey olmadığını görmek rahatlamamı sağladı.
"Ne yapacağız bugün?"
Bu konu hakkında çok fazla düşünmemiştim, onunla olmak bana yetiyordu her zaman. "Bilmiyorum, Busan'ı da gezme fırsatım olmadı. Belki beraber gezeriz." dedim, kocaman bir gülümseme yüzüne yerleşti. Beni onayladıktan sonra son kalan parçayı da ağzına attı. Benim bitirmemi sessiz bir şekilde beklerken uzaktaki oyun alanında koşturan çocukları izliyordu. Ona bakmak beni iyi hissettiyordu, huzur veren, insanın kalbini sıcacık yapan bir yanı vardı. "Gidelim." dedim ayağa kalkarak, boş kutuları ve streç filmleri çöpe attık. Parktan çıktık, uzun cadde boyunca yürürken Jungkook ne yapacabileceğimiz hakkında fikirler veriyordu bana. "Kütüphaneye gidebiliriz, güzel bir yer var mı?" diye sordum, bana şaşkın bakışlarla tatlı bir şekilde bakıyordu. "Eğlenelim, kütüpheneler eğlenceli değildir." dedi isyan ederek, bir elimi omzuna atarak onu kendime doğru çektim.
Busan'ı araştırdığımda küçük, renkli teleferikleri görmüştüm ve Jungkook'a onlara nasıl bineceğimizi sordum. Evet, biraz korkuyordum ama sorun değildi. "Korkabilirim ama onlara binmek istiyorum." dedim, kollarını tamamen benim bedenime sardığında irkilmeden edemedim. "Sorun yok, seni sıkıca tutarım." dediğinde heyecandan bayılacak haldeydim, kalbim deli gibi çarpıyordu. Kollarıni bedenimden ayırırken bakışları çevrede gezindi, "Rahatsız mı oldun?" diye sordu çekingen bir halde, üzerimde bıraktığı etkiler hakkında hiçbir fikri yoktu Jungkook'un. Beni rahatsız edemezdi. Kolları her zaman bana sarılı kalsin, kocaman gülümsesin istiyordum. "Hayır, rahatsız olmadım." dedim, o an donup kalmış olduğumu ona nasıl açıklayabilirdim, bilmiyordum. Sıcaklamış hissediyordum. Bir şey demedi, yan yana otobüs durağına yürürken sessiz kaldı. Onu incitmiş olma düşüncesi kalbimi parçaladı bir an. "Senden rahatsız olmadım." dedim yeniden, başını sallayarak beni onayladı.