-
"Merhaba."
Kapının üzerindeki çan bir kez daha çalarken kapıyı kapatarak eski plakların satıldığı dükkana girdim, beyaz ahşap kapı geriye doğru açılarak elindeki kahve fincanı ile bizim lise üniformasını giymiş olan bir kız çıktı. "Merhaba, üzgünüm. Siz de kahve içer misiniz?" diye sordu, başımı iki yana sallayarak onu reddettim, "Elvis Presley'ye ait bir plak arıyorum. It's Now or Never, elinizde var mı?" Elindeki fincanı küçük açık kahverengi masanın üzerine bıraktı, benim için bakacağını söyleyerek yanımdan ayrıldı. Loş bir ışıklandırma, pikapta Beethoven, hafif küf kokusu içinde hoş bir yerdi. Çantamı masanın üzerindeki sandalyenin üzerine koydum, plakları karıştırmaya başladım. "Buldum." Kız yeniden yanıma geldi, elindeki plağı bana uzattı. Ücretini ödedim, çantamı yeniden alarak plağı içine koydum ve son kez baktım plak dükkanına.
Sokaklarda yürürken birkaç gündür derslerime olan ilgimin giderek azaldığını hissediyordum, Jungkook'u düşünmekten hoşlanıyordum lakin ders çalışmak bile içimden gelmiyordu. Piyano çalmak istiyordum, tüm bestelerimi onun için yapmak istiyordum. Parmaklarım tuşların üzerinde geziniyorken gözlerimi kapatmak ve onu düşünmekten öteye gitmekten başka bir şey istemiyordum. Telefonum çalmaya başladığında ceketimin cebine attım elimi, ekranda yazan Jimin'in ismine baktım bir süre. "Alo?" dedim açtığımda, "Bizimkilerle atari salonundayız, hemen gel. Konum atacağım sana." dedi, itiraz etmek için dudaklarımı aralasam da bir şey diyemedim, arkada Jungkook'un sesini duydum ve tüm algım kapandı bir anda. Jimin telefonu kapattı, ekran kapanmadan konum geldi. İç geçirerek anneme çocuklarla olacağıma dair mesaj attım, birkaç cadde ötede kalan atari salonuna yürümeye başladım.
Atari salonu beklediğimden kalabalıktı, birçok farklı lise forması içindeki kızlı erkekli gruplar arkaya doğru uzanan salonda oyun oynuyor, gülüyor, eğleniyorlardı. Jimin'i görebilmek için spot ışıklarının aydınlattığı makinelere bakıyordum. "Ya! Kim Taehyung!" Jungkook'un sesini duyduğumda onu bir araba yarışının koltuğunda otururken gördüm, elini havaya kaldırmış, bana sesleniyordu. Diğer yanında Hoseok hyung oturuyordu. Onların yanına ilerledim, çantamı onların çantalarının yanına bıraktım. Jimin elindeki gazoz şişesini bana uzattı. "Jungkook, Hoseok hyungu eziyor!" dedi neşeyle, onun bu haline gülerken Hoseok hyung kendini araba koltuğuna yaslamış, ekrana bakıyordu. "Sen nasılsındır oyunlarda?" diye sordu Namjoon hyung, pek oyun oynamadığımı söyledim onlara ama Jungkook benimle kapışmak istediğini söyledi. "Ben anlamıyorum ki." dedim ona bakarak ama aldırmadı, Hoseok hyung yerinden kalkarak beni oraya oturttular.
Jungkook benimle yarış yapacak olmaktan keyif alıyordu, bir jetonu daha makineye atarken "Yenileceğim!" dedim, Jimin bana destek verirken içinden gelmediği belli oluyordu. Jungkook tüm gecelerini oyunlar içinde geçirirken ben, piyano çalıyor ya da kitap okuyordum. Bedenim ani sarsıntı ile titredi, koltuğun titriyor olması sinirimi bozmuştu. Bir kolumu uzatarak yerime yayıldım, en azından pratikte araba kullanmayı biliyor olduğum için şanslıydım. "Kazanırsan ne istiyorsun?" diye sordu Jungkook bana bakarak, gözlerimi ona çevirmek istemiyordum. Gülüşü içimi ısıtıyordu, ah, çok güzeldi. "Bilmiyorum, nasıl olsa yenileceğim. Sen ne istiyorsun?" diye sordum, elimde olamadan ona baktım. Okul ceketini çıkarmış, kravatını genişletmiş, gömleğinin birkaç düğmesini açmıştı. Saçları dağınık, hafif terden alnına yapışmıştı. "Bana yemek ısmarlarsın, benim için yemek her şey." dedi, iki ön dişi kendini belli ediyordu şimdi. Ekranda geri sayım başladığında bakışlarını oraya çevirdi, biraz daha yerimde yayıldım.