lana del rey, love
Bir tiyatro oyununun son sahnesini canlandıran oyunculardık sanki. Tüm coşkumuzun sonlarındaydık, son sözleri söylemek için sıramızın gelmesini bekliyorduk ama zamanımız olacak mıydı? Perdenin kapanışı bizim elimizde miydi? O perdenin erkenden kapanmasından ve son sözlerimi yutmak zorunda kalmaktan korkuyordum. Perdeyi tutan ellerin hareketi kaderimizi belirliyordu. Beni o sahneye de o eller çıkarmamış mıydı diye düşünmeden edemiyordum. Saatin vuruş sesleri beynimin içine birer çekiç darbesi indiriyordu. Akrep ve yelkovanın ilerleyişi her zaman beni öldürüyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ama uyku bir türlü beni bulmuyordu.
Bay Han ile yaptığımız sohbetin beni böylesine etkilemesine izin vermemem gerekiyordu. Kendimi her zaman insanların sözlerinden etkilenmeyecek kadar çelik bir iradeye çevirmiştim. Jungkook bu iradenin içine öyle bir darbe indirmişti ki kendimi sadece sözlerinin değil, bedeninin ve ruhunun etkisinde de bulmuştum. Jungkook'un açtığı o aralıktan içeri insanların sözlerinin girmesine izin vermiştim belki de. İrademin kırılma sebebi olarak Jungkook'un varlığını kabul etmek istememiştim ama gerçek buydu, ona aşık olduğum an değişmeye başlamıştım.
Hasta olduğumu düşünen ebeveynlerim ses çıkarmamak için odamın önünden bile geçmiyorlardı. Bana karşı olan hassasiyetlerini seviyordum. Hasta değildim. Fiziksel olarak iyi olduğum, iyi hissettiğim ve hastalıkların benden uzak olduğu bir dönemdeydim. On yaşında geçirdiğim bir hastalık sonucunda soluğu bu kez Daegu'nun merkezindeki bir hastanede almıştık. Kadın doktor ilgiliydi, içten gülümsemesini hâlâ hatırlayabilirdim. Daegu'nun soğuk havasının bana iyi gelmediğini, soğuğa hassas bir bünyem olduğunu ve daha ılık bir bölgede yaşamam gerektiğini söylemişti. Annemin işi keyfi olarak atama isteyebileceği ya da yer değiştirebileceği bir iş değildi. Busan bana iyi gelmişti. Ilık havası, her zaman taze kokusu, denizin sakinliği beni kendime getirmişti. Daegu'da deniz kenarında on dakika bile kalamayan ben, deniz kenarından ayrılmıyordum.
Telefonumun ışığı komodinin üzerinde yanıp sönüyordu, birinin beni aradığını biliyordum ama cevap vermek içimden gelmiyordu. Kimin aradığı ile ilgilenmiyordum. Işık bir türlü sönmüyordu. Telefona uzandım ve elime aldım, ekranda Jungkook'un fotoğrafı vardı ve üzerinde sevgilimin beni arıyor olduğu yazıyordu. "Bebeğim." diye açtın telefonu, kıkırtısını duymak mutlu etti. "Taehyung, uyandırdım mı? Seni merak ettim, bu yüzden aramak istedim. Bir sorun yok, değil mi?" Jungkook konuşurken tedirgindi, ses tonundan bile onu tanıyor hâle gelmiştim. "Uyumamıştım, beni uyandırmadın. Biraz yorgun hissediyorum." dedim, onun sesini duymak bile yüreğime hoş hisler bırakmıştı.
"Size şarkı söylememi ister misiniz, Bay Kim?"
Jungkook'un ses tonu iç geçirmeme neden oldu, "Neden olmasın, Bay Jeon?" diye sordum, kıkırdadı ve boğazını temizlediğini belli eden ufak tefek sesler çıkardı. Telefonu hopörlere verdim, komodinin üzerine bıraktım. Onun sesini dinlerken kendimden geçeceğimin farkındaydım. Tatilde olduğumuz akşam biraz mırıldanmıştı, o zaman bile huzurun Jungkook'un sesi olduğunun farkına varmıştım.