"Acı çekmek, ölmekten daha çok cesaret ister."
-Napoleon Bonaparte
💣
Gözlerimi karanlığa açtım. Bunu yaşamayalı uzun zaman olmuştu. Öyle ki sanki hayatımda hiç var olmamıştı. Bekledim. Görmesem dahi üzerime gelen duvarların soluğumu kesmesini, kalbimin kaçıp kurtulmak ister gibi, göğsümün altında tepinmesini bekledim. Bu duyguyu biliyor, panik ataklarımın gidişatını artık kestirebiliyordum. Baş edemiyordum ancak direniyordum.
Derin bir nefes aldım. Ağzımda kalan kan tadı olanları hatırlamamı sağladı. Ayda'yla olan dövüşüm, hırpalanışım, yıkılışım... Ölmemiştim. Ya da ölmüş müydüm? Bu yüzden mi koca bir karanlıktan başka bir şey göremiyordum? Bu yüzden mi bu kasvet dolu ortamda hiçbir şey hissedemiyordum?
Cehennemde miydim?
Ellerimle yanaklarıma, karnıma, bacaklarıma, kollarıma dokundum. Neredeydim? Kiminleydim?
Gözümde birden korkunç bir ışık patladı ve yandığı için kapattım. Oysa şimdiye kadar aydınlığa değil, hep karanlığa alışmakta zorluk yaşamıştım. Son birkaç haftanın hayatımda değiştirdikleri olmuştu ancak böyle bir devrim yarattığına inanmakta güçlük çekiyordum.
Kirpiklerimi kırpıştırarak görüşümü yeniden kazandım. Küçük bir odada, tek kişilik bir yatağın üzerinde uzanıyordum. Baş ucumda bir sandalye, tam karşımda beyaz, geniş bir kapı vardı. Yatağın sağındaki duvarda da daha küçük başka bir kapı yer alıyordu. Çember'in odalarına benzemiyordu. Daha çok Area'da kaldığım odayı andırıyordu. Belki de oradaydım. Feza'nın benimle ilgili planını tahmin etmek imkansızdı. Bana nerede ne yapacağı üzerine düşünmek sadece beynimi yoruyordu.
Ayda'yı zehirlemişti. Tüm Çember'i zehirlemişti elbette ancak Ayda'ya yaptığı çok farklıydı. Onu günler içinde itaatkâr bir robota çevirmişti. Düşlediği sona sandığımızdan daha yakın olmalıydı ve ben bunu engellemek için hiçbir şey yapamayacaktım çünkü şu an kaderim onun elindeydi.
Karşımdaki kapı açıldı. Başkan olabilecek en sinir bozucu surat ifadesiyle içeri girdi. Hafif kır saçları her zamanki gibi düzgündü. Yüzündeki kırışıklıklar günden güne azalıyordu sanki. Gerçekten ölümsüzlüğü de bulmuş olabilir miydi?
"Güneş." Dedi içimi ürperten sesiyle. Doğruldum. Oturur pozisyona geçerek, ayaklarımı yataktan sarkıttım. Kendimi güvende hissedebileceğim, gerekirse ona meydan okuyup karşı koyabileceğim şekilde, temkinli oturuyordum.
"Pek bir sözünün eriymişsin." Diyerek bakışlarımı ona çevirdim. Birkaç adımda yanıma ulaşıp, rahat bir tavırla sandalyeye yerleşti. Yüzünde mide bulandırıcı bir gülümseme belirdi. "Ayda seni epey hırpalamış."
Beni kandırmıştı. Öylece gitmeme izin vermeyeceğini biliyordum ancak konuşmaya dahi gelmemiş, Ayda'yı üzerime salarak tuzağa düşürmüştü. Ben mi fazla saftım o mu çok zekiydi emin olamadım.
"Öldüremedi ama." Dedim.
"Ölmeni istemedim." Diye yanıtladı.
Karşımda bu kadar güçlü durması sinirime dokunuyordu. Beni yok edebilecekken, nefes almama izin vererek lütfediyormuş gibi... Acımasızlığının bu kadar ortada olmasından rahatsızlık duymuyordu. Yazık. İçinde ufacık bir insanlık kalmamıştı ve bundan memnundu.
"Peki, ne istiyorsun benden?"
Soruma hazırlıklı olduğu belliydi. Uzanıp elimi tuttu. "Kötü anlaşmak zorunda değiliz." Dedi yalandan nazik bir tınıyla. "Sen bana bildiklerini anlat. Bende istediğin yere gitmene izin vereyim. Annene, Çember'e. Ayaz'a. Ne dersen."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇEMBERİ
Akční#bilimkurgu kategorisinde birincilik 🥇😇 Paralel evrende Dünya yerle bir olmuşken, geriye kalan bir avuç insan iki farklı ülke kurmuş, aradaki tüm bağları kopartmıştır. Diktatör Aranya'nın bozuk sisteminin içinde kimsesiz bir çocuk olan Güneş, çıka...