39. BÖLÜM "ALT ÜST"

52 14 8
                                    

"Bu dünyada bir diğerinin yükünü hafifleten hiç kimse yararsız değildir."

-Charles Dickens

💣

İnsanların bir annesi ve babası olması gerektiğini öğrendiğimde beş yaşındaydım.

Benim boyumda, benim kilomda, benim yaşımda başkaları olduğunu gördüğümde beş yaşındaydım.

Güneş, ay, yıldız, gökyüzü, ağaç, çiçek, hayvanlar... Dışarıda kocaman bir dünya olduğunu fark ettiğimde beş yaşındaydım.

Hayatın karanlık bir odadan, soğuk bir yemekten, bir bardak sudan ve bana nefretini kusup duran bir adamdan fazlası olduğunu anladığımda...

İzlediğim filmlerden, Area'daki çocuklardan, eğitmenlerimizden, hemşirelerimizden öğrendiğim aile kavramını, daha önce hiç tatmadığım anne, baba sevgisini özlemeye başladığımda...

Beş yaşındaydım.

Geçmişe dönüp baktığımda canımı yakan, beni üzen hatta kahreden, yakıp yıkan olayların uzunca bir listesini yapabilirdim. Bu yüzden aslında yaşayabileceğim tüm hayal kırıklıklarını, hüzünleri, şaşkınlıkları doldurduğum torbamın artık taştığını ve daha fazlasını alamayacağını zannediyordum. Artık baş edemeyeceğim ne olabilirdi ki? Özellikle son iki ayda olanlardan sonra beni bir kez daha yerle bir edecek ne olabilirdi?

Belki kıyamet kopardı. Dünya bir kez daha yerle bir olurdu. Ya da canlı kanlı varlığına dahi zorlukla ikna olduğum annem, tüm kuvvetiyle; dimdik karşımda dikilirdi. Gözlerini üzerime sabitler, birkaç saniye içimde karşı koyamadığım korkunç bir umut yeşertir, ardından ifadesiz yüzünü başka yöne çevirip yeşeren umudumu kökünden çekip kopartırdı.

Hayat işte.

Olmaz dediğin anda hep daha fazlası olurdu.

Hep daha fazla acı, daha fazla kalp kırıklığı...

Beni öylece tanımasını beklemek haksızlıktı belki de. Bu yüzden aslında onunla karşılaştığımda kafamda kurduğum birçok an vardı. Kendimi tanıttığım, ona sarıldığım, hesap sorduğum, ağladığım, bağırdığım birçok an... Hiçbirinde canım bu kadar yanmıyor, yüreğim aynı anda binlerce parçaya ayrılıp tüm vücuduma bir cam misali batmıyordu.

Belki de gerçekten bir yerlerde bıraktığı bir kızı olduğunu bile hatırlamıyordu. Zihnimdeki kusursuz anne, o değildi...

Maral annemin kafasını başka yöne çevirmesinin ardından tuttuğu elimi biraz daha sıktı. Gözlerimi yumup nefes almaya çalıştığımda, soluk borumdan bir bıçak ciğerlerime kadar indi ve geçtiği her bir noktayı paramparça etti.

"Buraya nasıl geldin?" diye sordu annem yeniden Maral'a bakarken. Odada ona fazlasıyla benzeyen, yirmili yaşlarında, Maral'ın elini tuttuğu bir kız vardı ve onun ilk merak ettiği şey buraya nasıl geldiğimizdi.

Hemen yanımda dikildiği yeni fark ettiğim Ayaz'ın omzu, omzuma çarptı. Bakışlarım onunkilerle buluştuğunda, az önceki tüm öfkesi kaybolmuş yerini garip bir şekilde bende ağlama isteği uyandıran bir merhamet almıştı. Daha ben onun neler yaşadığını öğrenemeden yine o benim için hazırdı. Çünkü benim aksime, neler hissettiğimi söylemeden anlıyordu.

"Aranya'da işler karışık. Yardım istemek için geldik." Diye açıkladı Maral birazda tereddütle. O da ilk sorunun bu olmasına benim kadar şaşırmıştı anlaşılan. Durumu oldukça normal bulan tek kişi annem olmalıydı.

Annem...

Nefes alan, hareket eden, her insan gibi iki kolu iki bacağı olan annem...  Bu dünyada gerçek bir varlığı olan ancak benim hayatımda ufacık bir iz dahi bırakamamış annem...

ÖLÜM ÇEMBERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin