"İnsanlardan hiçbir şey beklemeyen mutludur; çünkü o, hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramayacaktır."
-Alexander Pope
💣
Kahvaltı dediğimiz şey dünyanın en sıradan aktivitelerinden birisi sayılırdı. Her insan sabah uyandığında bir şeyler yer, karnını doyururdu. Bunu saçma bir seremoniye çevirmeye ne gerek vardı değil mi? Keşke birisi zihnimden geçen bu düşünceleri uygulamaya dökebilmemi de sağlasaydı. Böylece her şey çok daha kolay olurdu.
Ayaz geçmem için kapıyı açmış, tam önünde dikilirken ben birinin sırtımdan ittirmesini bekliyor olmalıydım ki bırakın bir adım atmayı, kımıldamıyordum bile. İnsanın annesiyle aynı masaya oturacağı için heyecanlanmasından daha saçma bir şey olabilir miydi?
"Hadi güzelim." Dedi Ayaz sonunda dayanamayarak. Eh, neredeyse üç dakikadır öylece durduğumuz düşünülürse geç kalmış bile sayılırdı. "Vazgeçmeliyim. Gitmemeliyim değil mi? Yardım istemek için geldik ve o da edecek. Aranya'ya dönmemiz gerekmez mi artık?" diye sordum bana dünyanın en anlamlı cümlelerini kurduğumu haykırmasını umarak. Yüzünde alaylı bir ifade belirdiğinde beklentimin karşılanmayacağını fark etmiştim. "Güzel geçecek. Buna ihtiyacınız var." Derken olabildiğince destekleyici görünüyordu. Keşke işe yaradığını söyleyebilseydim ancak heyecanım bir gram bile yatışmamıştı. Küçük bir çocuk gibi huysuzca omuz silktiğim sırada başka bir ses aramıza girdi.
"Niye öyle duruyorsunuz?"
Kutay Ayaz'ın birkaç metre ötesinde belirmiş, sorgular bir ifadeyle bizi izliyordu. Ben yeterince gergin değilmişim gibi iyice kasıldığımda Ayaz'ın öfkeyle dişlerini birbirine kenetlemesi de durumu daha kolay bir hale getirmedi.
"Sana ne?" diye sordu Ayaz aceleyle, özellikle benden önce cevap verip konuşmama engel olmak ister gibi. Kutay her zamanki kendini beğenmiş tavırlarından birine bürünerek gözlerini devirdi. "Siz bilirsiniz ama Maral çoktan gitti ve muhtemelen herkes masada oturmuş gelmemizi bekliyor." Dedi kendince çok önemli bir detayı ortaya dökmüş gibi. Öyle de sayılabilirdi gerçi. Tüm aile büyüklerimin oturup bizi beklemesi oldukça utanç vericiydi.
Kalan son cesaret kırıntılarımı toplayarak derin bir nefes aldım ve var gücümle ilerlemeye başladım. Korkunun ecele faydası yoktu. Belli ki buradan geri dönemezdim.
Ayaz gevşediğinde Kutay'da arkasını dönmüş, önümüzden yürümeye koyulmuştu. Odaların olduğu kısmı geçtikten sonra önümüzde duran tek bir kapı olduğu için salonu bulmak zor olmadı. Beyaz kapıya yaklaşırken ikinci bir panik dalgası bedenimde dolanmaya başladığında elim belki de refleks olarak Ayaz'ın elini buldu. Bana bakıp yatıştırıcı bir gülümseme gönderdiği sırada en azından koşarak kaçma isteğim bir nebze azalmıştı.
"Hazır mısınız?" diye sordu Kutay. Cevap bekliyor gibi değil de daha çok sinir bozmak ister gibiydi. Zaten bizim de onu yanıtlamaya niyetimiz yoktu. Harika. Aramızdaki sınırlı iletişim rutin bir düzene oturmuştu.
"Günaydın!" diyerek bağıran kişiyi duyana kadar bayılacağımdan emindim ancak Pamir oturduğu masada ayaklanıp bana kollarını açtığında gülmek istedim.
Camekan duvarların olduğu salonun hemen ortasına yerleştirilmiş dikdörtgen, siyah masa ve girdiğimiz kapının tam karşısında aralık olan başka bir kapı dışında ortam boştu. Sanırım İrisya'nın eşya kullanmakla ilgili ciddi sıkıntıları vardı.
Masanın başına oturmuş annem ve onun iki yanına yerleşmiş Pamir ve Maral dışında kimse de yoktu. Yeni bir aile bireyiyle tanışmayacak olmanın rahatlığıyla ilerlerken bu üçlünün ben yokken neler konuşmuş olabileceğini merak etmeden edemedim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇEMBERİ
Acción#bilimkurgu kategorisinde birincilik 🥇😇 Paralel evrende Dünya yerle bir olmuşken, geriye kalan bir avuç insan iki farklı ülke kurmuş, aradaki tüm bağları kopartmıştır. Diktatör Aranya'nın bozuk sisteminin içinde kimsesiz bir çocuk olan Güneş, çıka...