"Kendisi ile mücadele eden insan, en değerli insandır."
-R.Browning
💣
Hayatta kalmak için can atıp duran bir insan olmamıştım hiç. Ölmenin ne kadar acı verebileceğini umursamamış, hep beni huzura kavuşturacak tek yol olduğuna inanmıştım. Hatta sevdiklerime yapabileceğim en büyük iyiliğin bu dünyadan yok olup gitmek olduğunu düşünmüştüm. Ne demeye hala nefes alıyordum ki zaten? Yaşadığımız her felaketin sorumlusu ben olacaksam, geberip gitmemek için neden hale direniyordum? Belli ki bu işlerde iyi değildim. Kendime zarar veremiyor, etrafımdakilerinde zarar görmesine engel olamıyordum. Zehirli bir sarmaşık gibi her yere yayılmış, önüme çıkan tüm insanların canını yakmıştım.
Beni gözyaşları içinde uykumdan uyandıran kabuslara alışıktım. Bunu sadece son haftalarda değil, ömrüm boyunca hep yaşamıştım. Çocukluğumda hapsedildiğim karanlık odadan çıkıp Area'ya geldiğimde bile, ışıklar her söndüğünde oraya geri dönmüş, rüyalarımın ruhumu kemirmesine göz yummuştum. Sonra Area'dan da ayrılmıştım. İnsanlara karşı yıllarca ördüğüm duvarlarımın yıkılmasına, Demir'le, Asel'le, Gölge'yle aramda oluşan bağın güçlenmesine şahit olmuştum. Âşık olmuştum. Ya da âşık olduğumun farkına varmıştım. Feza Atan'a direnmiştim. Meydan okumuştum. Deli gibi korkarken bile beni almasına, bizi yıkmasına izin vermemiştim. Bir şekilde, içimdeki karanlıkla olmasa bile dışarıdakiyle baş etmenin yolunu bulmuştum. Karamsarlığımın ortasına diktiğim umut çiçeğini büyütmüştüm. Güvenmenin, inanmanın, insanları karşılıksız sevmenin ne demek olduğunu öğrenmiştim. Bana hissettiğim gücü, Area'da on beş yıl boyunca aldığım onlarca dersin, dövüşmenin, aksi tavırlarımın, çekilmez huysuzluğumun değil de karşılıksız yanımda olduğunu bildiğim insanların verdiğini fark etmiştim. Toparlanmıştım.
İyileşmiştim.
Ateu köyü yerle bir olmadan, onlarca insanı öldürmeden, Ayaz'ın kanının ellerimin üzerinde kuruduğunu, titreyen göz kapaklarının kapandığını, nabzının yavaşladığını, kollarımın arasından kayıp giderken nefes alışlarının kesilmeye başladığını görmeden hemen önce iyileşmiştim. Şimdi başladığım yere geri dönmüşken, hala nefes alıyor olmamın ağırlığıyla eziliyordum.
Üç hafta...
Koca üç haftayı onsuz geçirmiştim. Daha önce ondan bu kadar uzun süre ayrı durmamıştım. Üstelik hala hayatta olup olmadığından bile emin değilken yine sonsuza kadar kalacakmışım gibi gelen bir odada, tek kişilik yatağın üzerinde, sefil bir halde, büyüttüğüm çiçeğin soluşunu izliyordum.
Ateu'da tüm geçmişimi, öldürdüğüm Ayda'nın ve daha birçok insanın cesedini bırakıp Patara'nın sınır komşusu olan Mistora'ya vardığımda, her şeyin farklı olacağını sanmıştım. Bir an için geride bıraktığım Ayaz'ın, iyi olacağına dair içimde doğan umudun günden güne artacağına, bir amaç uğruna ve başka çarem olmadığı için öldürdüğümü düşündüğüm onlarca görevlinin, Kulmen'in suçlu ya da suçsuz, poisin yüzünden kafası karışmış insanların da o köyde kalacağına inanmıştım.
Olmamıştı.
Vicdan azabı, özlem, pişmanlık, öfke... Tüm bedenimi ve zihnimi ele geçiren yüzlerce berbat duygunun içinde kaybolmuştum.
Kendimi toparlamam, arkadaşlarımla konuşmam, planlarına ortak olmam, çabalamam, Feza'yı durdurmam gerektiğini biliyordum. Ateu halkından geriye kalan insanlarla yüzleşmeli, Pois etkisinden kurtulan Minus'larla, kahraman olduğuna inandıkları Güneş'i bir araya getirmeliydim. Eğer zihnimin gerisinde bir yerde beni korkunç bir depresyona hapseden, baş edilemez bir zifiri karanlık olmasaydı yapabilirdim de ama şimdi ne ayağa kalkmamı sağlayacak inancı ne de isteği bulabiliyordum. Belki de ölmüştüm. Sadece henüz soluğumu kaybetmemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇEMBERİ
Acción#bilimkurgu kategorisinde birincilik 🥇😇 Paralel evrende Dünya yerle bir olmuşken, geriye kalan bir avuç insan iki farklı ülke kurmuş, aradaki tüm bağları kopartmıştır. Diktatör Aranya'nın bozuk sisteminin içinde kimsesiz bir çocuk olan Güneş, çıka...