1. Bölüm

3.9K 120 38
                                    


Menefer

Sıcaklık bugün Mısır'ı kavuruyordu. Her zaman sıcak olan Mısır, yıllar sonra ilk defa bu kadar yanıyordu. Halk isyan eder olmuştu artık. Uzun süredir devam eden yağmursuzluk ve sıcaklık Nil nehrini verimsizleştirmişti. Saraya ve tapınaklara giren yemeklerin haddi hesabı yokken bu gün açlıktan ölen insan sayısı yüzlere yaklaşmıştı. Sıcaklıktan çiftçiler ekin yapamıyorlardı. Kavurucu güneşin az olduğu saatlerde hummalı çalışmalarla ekinler toprağa ekiliyordu.

Herkes ne olacağını beklerken Firavun'dan ses seda çıkmıyordu. Firavun'un bu sessizliği halkı daha çok kızdırırken çıkacak isyanı bekler olmuştuk. Daha saltanatında ikinci yılına girmiş taze Firavun çok zorlu şartlar altındaydı. Firavun IV. Thutmoses tartışmalı bir hükümdardı. Babası eski firavun onu prens olarak görmezdi. Kendine veliaht seçtiği Prens Amonhotep ile ilgilenmişti. Sarayda ismi bile anılmayan prens Thutmosis, veliaht prens öldüğünde baş tacı edilmişti. Saltanatı için kardeşini öldürdüğünü iddia edenler olsada henüz ispat edilememişti.

Halkına hükmedeceğini rüyasında gördüğünü anlatmıştı Firavun.
Prensliği zamanında avlanmayı severdi. Sıkça saraydan kaçar avlanmaya giderdi Firavun Thutmosis. Bir gün avdan dönerken Sfenks'in gölgesinde dinlenirken uyuya kalmıştı. Rüyasında Sfenks'i görmüştü. Eğer onu kumların altından çıkarırsa Mısır'a hükümdar olacağını ve çok güçlü olacağını söylemişti. Bu rüyası çevreye yayılırken veliaht prensin ani ölümü okları prens Thutmosis'e çevirsede kimseden ses çıkmamıştı. Onun yerine geçebilecek tek prens bebekti.

Çok zaman geçmeden bu sefer ülke Firavun'un ölümüyle yasa boğuldu. Ard arda gelen bu ölümler ve kıtlık lanetlendiğimizi düşündürür olmuştu.
Tanrılara ne yapmıştık da bize bu kadar öfke kusuyorlardı? Firavun'un uğursuz olduğu her gün etrafa yayılan dedikodulardan sadece biriydi.
Ülkece yaşadığımız bu zorluktan ancak sabırla çıkabilirdik. Lakin o da kimsede kalmamıştı artık. Kendi içimde yine dalıp gitmiştim. Benim böyle şeyleri dert ettiğime kimse inanmazdı. Zira ailem Mısır'da bulunan köklü ve zengin ailelerden biriydi.

Böyle düşünmeleri normaldi ama bunu birde bana sormalıydı herkes.
Topraklarımda çıkan savaşta esir düşmüştüm. O zamanlar daha altı yaşlarında bir kız çocuğu için çok zor günlerdi. Sahibimiz bizi terbiye etmek için çok uzun günler aç bırakır sonrada yemek yedirip bizi satılabilecek hâle getirirdi. Günlerce aylarca yolculuk ederdik.

Asla unutmazdım o günü. Ben yedinci yaşıma girerken köle pazarına getirilmiştik. Bu sefer geldiğimiz ülke sıcak ve boğucu bir havaya sahipti. Küçük ve çelimsiz bedenim bu sıcaklığa ve yol yorgunluğuna dayanamayıp yere yığılmıştı. Sahibim beni kalkmam için dövsede hâlim yoktu. Bir bağırış duymuştum yerde baygın gözlerle etrafa bakarken.
Bir adam yanıma gelip diz çökmüştü. Yüzümü incitmekten korkar gibi yavaşça avuçlarının arasına almıştı. Bana bir şeyler söylese de anlamıyordum.

"Su" diyebilmiştim sadece. Adam ne söylediğimi anlamıştı sanırım.
Yanındaki askerden aldığı mataradan bana kana kana su içirmişti. Minik ellerim yanağına gitmişti. Ona tebessüm etmiştim.

"Teşekkür ederim." dedikten sonra gözlerim kapanmıştı.

Gözlerimi tekrardan açtığımda kendimi yumuşak ve rahat bir yatakta uyurken bulmuştum. Başta öldüğümü ve herkesin anlattığı cennette olduğuma inandırmıştım. Hayatımda görmediğim kadar büyük bir odada kocaman bir yatağın içinde uyanmıştım. Yerimden kalktığımda yanıma çok güzel bir kadın gelmişti. Gözlerimi ondan alamıyordum. Beyaz elbisesinin içinde ışıl ışıl parlıyordu. Bana doğru gelip yüzümü sevmişti şefkatle. Gözlerimin ışıldayarak ona baktığına emindim. Bana anlamadığım dilde bir şeyler diyordu. Onu anlamadığımı belirtmek istercesine başımı iki yana salladım.

Çöl ÇiçeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin