Koltuğunda uzanırken kolçağın üstünde duran başının altına bir de kolunu aldı. Diğer elindeki sigarasını dudaklarına götürdü ve içine derin bir nefes çekti. Dumanı havaya doğru üflerken yine çok net bir biçimde gözünün önünde Pınar'ın silueti belirdi. Eskiden turuncuya çalan renkteki saçlarını bir tık koyulaştırarak daha kırmızımsı bir renge boyamıştı. Ne zamandır böyleydi bilmiyordu tabii Selçuk. Pınar'ın doğal saç rengine âşıktı normalde. Gerçi zamanında Pınar'ın her şeyine âşıktı. O yaz güneşi gibi olan saçlarına bayılırdı. Bir de yaz geldi mi güneşi görmeleriyle beraber gözlerinin altında ve burnunun üstünde çilleri belirirdi. O masum görüntüsü senelerdir hiçbir zaman gözünün önünden gitmemişti. Dün gördüğü Pınar'sa yüzü biraz bile değişmemesine rağmen tam bir kadındı. Duruşu, bakışı... bir şekilde farklıydı. Kendisi aynıydı ama bir şeyler farklıydı. Farklı olması da doğaldı tabii. Kaç sene olmuştu? On seneden fazla olmuştu.
Bir kıyas yapabilmek adına bu süre içerisindeki kendi değişimini düşündü Selçuk. Kendisi tepeden tırnağa değişmişti. Tipi, karakteri, huyları, inançları... Bambaşka biri olmuştu. Hayata bakışı tamamen farklıydı. Pınar'la beraberken yirmisini bile yeni bulmuştu ve henüz çok toydu. Çok değişik kafaları vardı. Şimdiyse otuzlarını yarılamıştı. Her şey doğal olarak başkaydı.
Hissiyattaki değişiklikler bir yana, gözlerinin içinden yaydığı o enerji birebir aynıydı. Buna kalıbını basardı Selçuk. Saçlarının doğal rengine benzeyen bal rengi gözlerindeki pırıltılar hiç değişmemişti. O gözlerden her hissini çok kolay belli ediyordu. Hiçbir şey saklayamıyordu. Bugün nasıl da sinirlenmişti. Selçuk başta eğlenmişti ama Pınar'ın sonradan gelen ciddi ve kesinlikle haksız olan atarı tadını kaçırmaya yetmişti. Çünkü hanımefendi hala seneler önceki kafasındaydı. Bilmeden yargılıyordu. Hep bunu yapmıştı, yapmaya da devam ediyordu. Bir de utanmadan 'sen gitmiştin neden döndün' demişti ya! Ne hakla yani! Asıl giden oydu. Gitmeler ondan sorulurdu. Selçuk'un hiçbir yere gittiği yoktu. O hep burada kalmıştı. Kalmaya da devam edecekti. Eğer durumdan memnun değilse hanımefendi tekrar gidebilirdi. Nasılsa alışkındı.
"Acaba gidecek misin?" diye mırıldandı. Henüz net bir bilgi alamamıştı ama öğrenebildiği kadarıyla kalıcı dönmüştü. Tatil değildi yani. Neden nasıl niçin döndüğü gibi detayları bilmiyordu. Ama öğrenirdi. Selçuk'un öğrenemeyeceği hiçbir şey yoktu.
Sigarası bitince söndürmek için doğruldu. Ayaklanıp balkona çıktı. Sigarayla kirlenmiş ciğerlerine bu kez de temiz havayı doldurdu.
Evi çarşı içindeydi Selçuk'un. Burayı altı sene önce borca harca girerek ve dişinden tırnağından arttırdığıyla biriktirerek almıştı. Ailesinin durumları fena sayılmazdı. Her Egeli gibi bir sürü zeytinlikleri, meyve bahçeleri falan vardı. Ama Selçuk senelerdir ailesinden maddi destek alan ya da onlara bağımlı yaşayan hayırsız bir evlat değildi. Çok da basit bir mesleği vardı aslında. Dövmecilik yapıyordu. Ama bir ayrıntı vardı ki, o iyi kazanmasını sağlıyordu. İşinde gerçekten çok iyiydi. Eli acayip yetenekliydi. İlk başladığında bu kadar olabileceğini hiç tahmin etmemişti. Fakat bugün artık bırak yerlileri, yurtdışından turistler kendisine randevu alarak geliyor, çoğu zaman aylar sonrasına randevuları taşıp kabarıyordu. Bu başarı onun göğsünü acayip kabartıyordu. Mütevazı bir insan sayılmazdı ama uluorta bu konuda övünmezdi de. Fakat birileri onun bu başarısından söz edince de o kişiyi susturmazdı. Zira zamanında çok hafife alınmıştı, çok dalga geçilmişti.
Buralarda, yani böyle küçük yerlerde eski ailelerin oğullarından biriysen eğer, ailen senden çok şey bekliyor oluyordu genelde. Selçuk da bir ablası daha olmasına rağmen o çok şey beklenen çocuklardan olmuştu ailesi için. Üstelik Pınar gibi onun da teyze amca hala dayı ve kuzen ağı pek kalabalıktı. Yani geniş bir ailesi vardı. Ona rağmen babası, Selçuk hep adam gibi bir işin ucundan tutsun, bir mekan açıp onu işletsin ya da bir tarlanın başına geçsin gibi hayaller kurarken, Selçuk o yaş grubunun asla anlam veremeyeceği bir işte dikiş tutturmuştu. Üstelik çok da sıkı bir dikiş tutturmuştu. Şimdi namı alıp yürüdüğü için ağızlarını açıp bir şey diyemiyorlardı ama zaman zaman hala onların içinde bir ukde olduğunu fark ediyordu Selçuk. Ama artık takmıyordu bunu. Ailesiyle bir araya geldiğinde iş mevzularının bahsini açtırmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞİYAN
RomancePınar sakin olmaya çalışarak "Merhaba," diye fısıldadı. Bundan daha fazla muhabbet etmek istemiyordu lakin bunun kaçınılmaz olduğunu da biliyordu. "Merhaba." Selçuk'un yüzünde şaşkın bir gülümseme ağır ağır peyda oldu. Sanki yüzünden hızlı hızlı his...