Selçuk ölüyor olduğunu sandı. Pınar bir eliyle onun boynunu tutarken ve diğer elini de onun yanağına koymuş, tutkuyla onu öperken her şey buhar olup uçup gitti. Kalbi durdu, dünya durdu. Her şey durdu. Sonunda onca yıllık özlem bitmişti. Onca yıllık yalnızlık son bulmuş, bütün renkler geri gelmişti. Ciğerleri yine oksijenle dolmuştu. Ne ironiydi ama! Nefesi kesilirken, ciğerleri onca zaman sonra can buluyordu.
Kendinden geçerek o da elini Pınar'ın saçlarına attı. Parmakları engel olamadığı bir hırsla saçların arasında kıvrıldı. O özlediği, özlemekten öldüğü çılgın buklelerin arasında hasretle gezindi. İki aşığın dilleri de buluşurken Pınar mutlulukla inledi. Kendini biraz daha Selçuk'un kucağına doğru iteleyip resmen kucağına çıktı. Kollarını sımsıkı ona dolayarak daha da vahşi bir tutkuyla öptü.
Selçuk bu anın gerçekliğinden emin olmak için geri çekilip bakmak istiyordu. Ama bırakamazdı. Asla dudakları ayıran taraf kendisi olamazdı. Gerekirse sonsuza kadar onunla böyle öpüşürdü ama onu bırakmazdı. Zaten Pınar bunun kendisinin hakkı olduğunu çok net bir biçimde beyan etmişti. Öyleydi de. Bu onun öpüşmesiydi. İstediği zaman dururdu.
Pınar'sa Aslan'ı maslanı etrafındaki insanları her şeyi tamamen unutmuştu. Güvertede, Selçuk'un kucağında oturmuş onu öpüyordu. Bir kez de kendisi sorumsuz olmak istiyordu. Bir kere de kendisi deli olmak istiyordu. Herkes oluyordu, Pınar'ın hakkı yok muydu? En çok onun hakkıydı artık.
Selçuk'u neredeyse yemek üzere olduğunu fark ettiğinde biraz utanmaya başlamıştı. Adamı ahtapot misali sardığı yetmezmiş gibi kucağına oturmuştu. Nefessiz bırakmak ister gibi boğazına dolanmıştı. Bir de üstüne bütün dilleri dişleri birbirine girecek kadar kendilerini kaybettikleri bir öpüşmeye neden olmuştu.
Yaptığı iddialı hareketlerin üzerine yavaş yavaş duruldu. Hemen dudaklarını onun dudaklarından ayıramadı. Öpmeyi bıraksa bile dudakları birkaç saniye daha birbirine değerek durdu. Alınları birbirine yapışık...
Pınar kendini çekerken Selçuk ona doğru meyleder gibi oldu. Az kalsın Pınar'ı bırakamıyordu. Ama başta planladığı gibi gitmesine izin verdi. Olabileceği en kontrollü şekliyle durdu. İkisi de adam gibi gözlerini açıp birbirlerine bakmayı başardıklarında olan biteni kendileri yaşamamışlar gibi şaşkınlardı.
Pınar yavaşça Selçuk'un kucağından geri indi. Ayaklarını kendine doğru çekerek makul seviyede ondan uzaklaştı. Dudaklarını kemirerek etrafına bakındı. Merdivenlerin aşağısında Gizem ve Mert oturuyordu. Ayaklarını denize sarkıtmışlardı. Pınarlara tamamen arkaları dönüktü. Özellikle dönüp bakmadılarsa bir şey görmüş olamazlardı.
"Görmemiştir kimse, biri olsa ayak seslerini duyardık," dedi Selçuk onun ne yaptığını anlayınca.
Pınar alık alık ona döndü. "Bu kadar müzikte duymazdık. Neyse, sorun değil. Herkes farkında zaten. Görseler de şaşırmazlar."
Selçuk hafifçe onaylarcasına başını salladı. Gözlerini Pınar'ın kıpkırmızı olmuş dudaklarından alamıyordu.
"Az önce olanlar gerçekten yaşandı? Ben pruva tarafında uyuyakalmadım değil mi?" diye saf saf sordu Selçuk.
Pınar hayır anlamında başını salladı. "Ben de en az senin kadar şoktayım. Talep eden taraf olmama rağmen." Yine göğsünü biraz ovma ihtiyacı hissetti. "Ben şunu tazeleyeyim," diyerek boş bardağını alarak ayaklandı. Selçuk hemen onu oturttu. "Sen dur, ben alır gelirim. Kendime de alacaktım zaten."
Selçuk elinde iki bardak viskiyle geri döndüğünde Pınar biraz daha toparlanabilmişti. En azından sanki çok büyük bir olay yaşanmış gibi davranmayı bırakabilmişti. Selçuk'un yanında hissettiği olağan tutukluk devam ediyordu sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞİYAN
RomancePınar sakin olmaya çalışarak "Merhaba," diye fısıldadı. Bundan daha fazla muhabbet etmek istemiyordu lakin bunun kaçınılmaz olduğunu da biliyordu. "Merhaba." Selçuk'un yüzünde şaşkın bir gülümseme ağır ağır peyda oldu. Sanki yüzünden hızlı hızlı his...