26. Bölüm

2.4K 248 16
                                    

Pınar bugün pazar günü olmasına rağmen erken kalkmıştı. Ne garipti ki pazartesi erken kalkamıyordu ama pazarları erken kalkabiliyordu. Üstelik dün gece baya partilemişlerdi. Gecenin bir köründe eve dönmüştü.

Yatağında tek uyanınca hafif bir hüzünle yatağın diğer tarafına baktı. Selçuk dün gece Pınar gittikten sonra da partide kalmıştı. Muhtemelen kendi evine geçmiş olmalıydı. Pınar'ın içinde, derinlerinde ufacık cılız bir umut tanesi, onun sabaha karşı da olsa buraya geleceğini ummuştu. Ama bir yandan gelmemesi de normaldi. Pınar kendisi diyordu çünkü sürekli beraber olamayız, çok dikkat çekiyoruz diye. Selçuk'un sürekli Pınar'da kalması çok tehlikeliydi. Sağ tarafta birkaç apartman sonra ailesinin evi, sol tarafta birkaç apartman sonra teyzesinin evi vardı. Selçuk çoğu zaman kimse görmesin diye buraya kendi motoruyla bile gelemiyordu.

Haklı olarak da isyan ediyordu. Tekrar birlikte olduklarını herkese söylemek istiyordu. Ama Pınar buna hazır değildi. Bu hem kendisi için, hem de Kuşadası eşrafı için büyük bir haberdi. Onlar buralarda topluma mal olmuş aşıklar gibilerdi. Ve bir kez birleştiklerini herkes öğrendi mi, bunun geri dönüşü yoktu. İşler Pınar'ın kontrol edemeyeceği bir hal alırdı.

Bir de Serap Hanım vardı tabii.

Serap Hanım'ın aklına gelmesiyle yüzü düşerken, Selçuk'un böyle akşamlarda yatıya gelmemesinin iyi olduğunu da düşündü. Birden midesinin bulandığını hissedince ilk önce şaşırdı. Sonra midesinden yükselen o berbat safra tadıyla kendini tuvalete zor attı.

Bir dakika sonra midesindeki her şeyi çıkarmış bir halde klozetin önünde otururken içindeki uyuz taraf Selçuk'a sonsuz bir hak veriyordu. Dün Selçuk'tan gizli gizli yine çok içmişti. Ondan gizli içeceğim derken de hızlı içmişti. Midesi altüstü olmuştu. Şimdi de bunun bedelini ödüyordu.

Elini yüzünü yıkarken bunun kendisine yetmediğini fark edince duşa girdi. Duş biraz iyi gelmişti. Şu doktor işini ertelemeden gitmesi gerekiyordu. Ve sahiden alkolü biraz bırakmak zorundaydı.

Kahvaltıya teyzesine gitmeye karar vererek hızlıca üstüne bir şeyler geçirdi. Motorla gidip fırından bir şeyler alıp teyzesinin evine geçti. Emine teyzesi her zamanki gibi onu sulu öpücüklerle ve sevmelerle karşıladı. Sonra teyze yeğen beraber mutfağa geçtiler.

"Siz dün gece ne kadar tepindiniz yine o gittiğiniz yerde?" diye sordu Emine teyze dolaptan bir şeyler çıkarırken.

"Valla ben ikide evde yatağımdaydım. Ama Kemal için soruyorsan bıraktığımda o hala orada eğleniyordu."

"Sabahın köründe geldi zaten eve! Osura osura uyuyor şimdi de içeride. Kalkmaz öğlene kadar." Emine teyze bıkkın bir nefes verdi. "Bu çocuk ne olacak böyle bilmiyorum. Geldi otuz beş yaşına, hala çocuk gibi. Ne eli adam gibi iş tutuyor, ne kimseye yararı dokunuyor."

"Teyze siz şımartıyorsunuz ama! Çocuğun bir eli yağda bir eli balda. Her istediğini alıyorsun, her istediğini veriyorsun. Arabası motoru parası zartı zurtu eksik değil. Haliyle hayatla uğraşmayı, bir şeylerde dikiş tutturmayı da bilmiyor. Sal çayıra tek başına bakalım ne yapıyor."

"Ben nasıl alayım elinden? Babasından kaldı kalan her şey. Zaten onun yönetiminde, bende değil ki."

O da doğruydu. Emine teyzesinin tüm zenginliği rahmetli kocasındandı. Kemal de tek oğullarıydı. O yüzden yapacak bir şey yoktu.

İki kadın el birliğiyle hızlıca kendilerine göre bir kahvaltı hazırladılar. Bu güzel sabahta balkona kurulup kahvaltılarını ederlerken Emine teyze neşeyle Pınar'a bakıp "Oy benim güzel kızım! Zamanında çok istedim de benim hiç kızım olmadı ki! Bi sizler varsınız işte!" dedi güleç yüzüyle.

AŞİYANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin