Haziranın sıcak günleri çoktan yerini temmuzun daha sıcak günlerine bırakmıştı. Hatta temmuzun yarısı bile geçmişti. Her şey çok yolundaydı. İşler oldukça yoğundu ama Pınar'ın hiçbir şikâyeti yoktu. Kendi kendine bu kadar çok para kazanabiliyor olması başta abisi ve babası olmak üzere aile üyelerini bir hayli şaşırtıyordu. Zira pek saygı duymadıkları ve getirisi olacağını düşünmedikleri ressamlığı bir meslekten ziyade hobi olarak görüyorlardı. Hadi Pınar babasına alışmıştı artık, o hep eski kafalı sanattan manattan anlamayan dümdüz bir insandı. Fakat abisinin kızları tavlarken 'biliyor musunuz benim de kız kardeşim ressam' deyip bin bir atmasyonla onlara yürüyüp, sonra aile yemeklerinde 'aman sikimsonik işlerle uğraşıyor, bırakın alsın hevesini' demesi çıldırtıyordu. Gerçekten bir insan evladı ancak bu kadar beş para etmez olabilirdi. Abisiydi ama hiç saygı duyamıyordu.
İşte o yüzden şimdi çatır çatır para kazanması çok iyi oluyordu. Hatta geçen annesine para bile vermişti. Almak istediği bir tane robot süpürge için babasından falan ayarlayamamıştı da Pınar para vermişti alması için.
Bütün gün sıcakta dükkânda bu kıyafetlerle ve bu ayakkabılarla durmak zordu ama günün sonunda kazancı güzel oluyordu. Pazartesileri dükkânı hep biraz geç açıyordu. Pazarları da mümkün olduğunca açmıyordu ama bazen özellikle etraftaki büfelerden aratılıp çağırıldığı oluyordu. Böyle giderse önümüzdeki sene yanına birini alabilirdi. Resimden anlayan bir sanat öğrencisi falan iyi fikir olabilirdi. Yakın zamana kadar kendi yaptığı işi ona yaptırırdı. Hem de dönüşümlü çalışabilirlerdi.
Şu an Pınar'ın masasının önündeki tekli koltuklardan birinde oturmuş kahvesini içmekte olan Selçuk'un da işleri zirve yaptığı bir dönemdeydi. O mümkün olduğunca tüm hafta sonlarını boş bırakmaya çalışıyordu ama temmuzda çoğu zaman hafta içi gecelere kadar çalışmıştı. Bazen saatler süren seansları oluyordu. Pınar gelen iri yarı adamların kocaman sırtlarına hayvan gibi şeyler yaptırdıklarını görünce Selçuk'a acıyordu. Ama hiç yılmıyordu o da maşallah. Güle eğlene, kahkaha sesleri yüksele yüksele yapıyordu işini.
Pınar masasına gelip sattığı tablo için makbuzu kesip son keyifli sohbetleri yaptı müşterileriyle. Selçuk göz ucuyla ara ara bakarak onları dinliyordu ama hiçbir şeye karışmıyordu. Turist çiftten erkek olanı "Bu içtiğiniz kahveden çok içen var buralarda. Biz nerede bulabiliriz bunu? Nereyi tavsiye edersiniz?" diye sorunca Selçuk sorunun kendine yönlendirildiğini geç de olsa fark etti.
"Türk kahvesi bu. Burada her yerde bulursunuz. Kötü yapan yer de yoktur. Her yerde içebilirsiniz," dedi gayet samimi bir biçimde.
Pınar keşke ben ikram etmiş olsaydım diye geç de olsa düşündü. Havalar sıcak olduğu için sadece soğuk şeyler soruyordu gelenlere ama Türk kahvesi de güzel bir pazarlama yöntemiydi.
"Sahilde deniz kenarında bir sürü kafe var, görmüşsünüzdür. Oradaki herhangi bir kafede denize karşı içebilirsiniz. Çok keyifli olacaktır," diyerek gülümsedi çifte Pınar. Çift teşekkür edip Pınar'ın özenle paketlediği tabloyu da alarak ayrıldı. Onlar gider gitmez Pınar her zamanki gibi yorgunca Selçuk'un karşısındaki koltuğa çöktü. Hemen yeni bir tane müşteri gelmemesi için dua etti.
"Bir şey fark ettim, burada deli gibi Türkiye çizimleri satıyor. İtalyalar arasında hala rağbet görmeyen var ya."
"E mantıklı, adamlar buraya geliyorlar gezmeye," dedi Selçuk kahvesini kapatıp sallarken. Pınar şaşkın şaşkın ona bakarken "Bana fal bakacaksın," dedi ve bardağını ters çevirdi.
Pınar güldü. "Ha buldun! Çok güzel bakarım."
"Sallarsın bir şeyler, ben sana yardımcı olurum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞİYAN
RomansaPınar sakin olmaya çalışarak "Merhaba," diye fısıldadı. Bundan daha fazla muhabbet etmek istemiyordu lakin bunun kaçınılmaz olduğunu da biliyordu. "Merhaba." Selçuk'un yüzünde şaşkın bir gülümseme ağır ağır peyda oldu. Sanki yüzünden hızlı hızlı his...