Pınar yorgun argın gözlerini açtığında koltukta ters bir pozisyonda yatmaktan her yeri tutulmuştu. Salonunda perdelerin olmadığını ve gündüz gözüyle dün geceden kalma is izlerini görünce dün akşamın anıları bir bir aklına üşüştü. Oflayarak gözlerini ovuştururken bir de üstüne belinin ağrısı yüzünden inledi.
Söylene söylene oturur pozisyona geldiğinde bir müddet boş gözlerle etrafına bakındı. Mutfakta bulaşıklar yığılıydı. Evinin bir kısmı yanıktı ve kendisi bitik durumdaydı. Her yerinin ağrıması ve içindeki garip huzursuzluk da cabasıydı.
Bir kez daha oflayarak yerinden kalkıp odasına gitti. Başucu çekmecesini açıp karman çorman eşya yığının altındaki defteri çıkardı. Defterin ilk sayfasında yığılı duran fotoğrafların arasından 90 senesine ait olan bir fotoğrafı çıkardı. Fotoğrafı görür görmez yüzünde bir gülümseme belirdi. Kalbi sızlar gibi oldu.
Selçuk'la beraber yan yana onların evindeki kanepede otururlarken çekilmişti fotoğraf. Yanlış hatırlamıyorsa Kurban Bayramı'nın ikinci günüydü. Kendi ailesiyle beraber Selçuk'un babaannesini ziyarete gitmişlerdi. İkisi de tam olarak bayram çocukları gibi giydirilmişti. Pınar daha üç yaşındaydı fotoğrafta, Selçuk'sa beş. İkisi de mutlulukla gülümsüyorlardı. Selçuk'un ön iki dişi yoktu.
Gözleri dolarken başparmağını yavaşça Selçuk'un üzerinde gezdirdi. Küçükken Pınar'a hayatı zehir etmişti belki ama zehir ettiği kadar korumuştu da. Pınar çok sonradan anlamıştı bunu. Sanki sırf sonunda teselli eden kendisi olsun diye ağlatırdı Pınar'ı. Böyle düşünmek Pınar'a garip anlamda iyi hissettiriyordu. Her ne kadar küçükken sinir oluyor olsa da ve yaptığı hala mantıksız olsa da, bir şekilde Pınar'la yakınlaşmaya çalışması ve aralarındaki dostluğun herkesten başka olmasını sağlamaya çalışması hoştu.
Hızlıca diğer fotoğraflara da bir göz gezdirdi. Bebeklik, çocukluk, gençlik, her dönemden fotoğraf vardı. Bunlar Pınar'ın İtalya'ya giderken yanında götürdüğü birkaç fotoğraftı sadece. Yoksa gençlik dönemlerine ait olan çok daha fazla sayıda fotoğraf vardı. Ama onlar aile evinde bir yerlerde gömülü duruyorlardı hala. Almaya cesaret edemiyordu. Zaten alırsa ailesi de durumu sorgulardı.
Defteri kapatıp kenara koyduktan sonra hızlıca bir duş alıp üstüne bir tayt ve badi giydi. Saçlarını da atkuyruğu yapıp sahilde yürüyüş yapmak için evden çıktı. Kafası bu kadar doluyken düşünemiyordu. Ev de basıyordu. Duramıyordu artık.
Neredeyse koşarcasına hızlı bir yürüyüş yaparken, çarşı girişindeki heykelin oraya geldiğinde yavaşlayarak durdu. Bir süre denizi izledi. Sağ tarafta denize girmekte olan tek tük birkaç insana baktı. Selçuk da sabah denizde yüzmeyi sevenlerdi. Gerçi saat dokuz buçuğa geliyordu. Selçuk çoktaaan yüzmüş de evine dönmüş olmalıydı.
Heykelin önündeki banklardan birine oturdu. Gözlerini kapatıp sabah güneşinin tadını çıkarırken yine bir anılar batağına doğru sürüklendi.
~Eylül 2003 Kuşadası
Okulun ilk günü bitmişti. Bütün öğrenciler ilk gün biter bitmez kendilerini sokaklara atmışlardı. Selçuk bu yıl son senesi olmasına ve tüm yazını zaten Pınar'la geçirmiş olmasına rağmen, ilk gününün sonunu sınıf arkadaşlarıyla değil, Pınar'la geçiriyordu. Sahilde, heykelin önündeki banklardan birine oturmuşlardı. Selçuk her zamanki gibi kolunu Pınar'ın arkasına doğru atmış, bacak bacak üstüne attığı rahat bir pozisyonda oturuyordu. Pınar'sa elleri kucağında, vücudunun sağ tarafı tamamen Selçuk'a yapışık bir vaziyette uslu uslu oturmaktaydı.
Güzel güzel etrafına bakınırken birden bakışları Pınar'ın bacaklarına gidince ufak bir detay dikkatini çekti. Gözlerini kısarak birkaç açıdan daha baktı. "Sen eteğini mi kısalttın?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞİYAN
RomansaPınar sakin olmaya çalışarak "Merhaba," diye fısıldadı. Bundan daha fazla muhabbet etmek istemiyordu lakin bunun kaçınılmaz olduğunu da biliyordu. "Merhaba." Selçuk'un yüzünde şaşkın bir gülümseme ağır ağır peyda oldu. Sanki yüzünden hızlı hızlı his...