Annemlere haber vermeden sadece Hızır Ali ile konuşmuş, gideceğimi söylemiştim.
Aradan geçen altı saatin sonunda tüm aktarmalardan kurtulmuş bir şekilde Hataydaydım. Boğucu olan sıcak hava yüzüme çarptığında sırt çantama sarılarak ilerliyodum, kafamı kaldırdığımda gördüğüm uzun boylu ve iri yapılı adamın kim olduğunu tahmin edebiliyordum.
Karşımdaki adamdan emin olmak adına elime aldığım telefondaki numarayı tuşlayıp kulağıma tuttum.
Karşımdaki adam telefonu açtığında gülümseyerek ona ilerledim, sırt çantamı çıkarttığım gibi kafasını fırlattığımda elindeki telefon düşmüştü, öfkeli gözlerle bana baktığında tanımış olmalı ki dudaklarından o kelime döküldü.
"Y-yenge!"
"Sus! Sus araban nerde söyle gidiyoruz, daha dur tek başına sopa yiyeceğini sanıyorsan yanılıyorsun."
Kafasını sallayarak ilerlediğinde yere düşen sırt çantamı da hafif bir poşetmiş gibi eline almıştı.
"Ver çantamı, istemez!"
"Alparsan Yüzbaşımın anlattığı kadar varmışsın"
Homurdanarak çıkarttığı cümleleri oldukça net anlamıştım, burun kıvırarak bindiği arabaya doğru ilerleyip oturdum.
Uzun süren yolculuğun yarısında ağlamış, diğer yarısında ise Alperenin burnundan getirmiştim.
Hastaneye geldiğimizde burasının bir askeri hastane olduğunun farkına varmam birkaç saniyemi almıştı. Hızlıca indiğimde Alpereni takip etmeye başladım, içeri girdiğimde kulağıma dolan bağırış sesinin sahibini kesinlikle tanıyordum.
"Ben size ne dedim ula! NE OLURSA OLSUN ÇAĞIRMAYACAKSINIZ DEMEDİM Mİ?"
Görüş açıma giren hastane kıyafetleriyle koridoru yıkan ayı kesinlikle benim dağ ayımdı.
Bu kadar asabi ve hırçın olduğuna göre sağlığı da oldukça yerindeydi.
Kollarımı göğsüme kenetlediğimde yanıma gelen Alperenin ilerlemesini ayağımı önüne uzatarak durdurdum."Bak şimdi bunun peşine gelecek cümleyi ben söyleyeyim mi?"
Alperen anlamaz tavırlarla gözümün içine baktığında gülümseyerek devam ettim
"Siz hayvansanız sizin dilinizde konuşacakların yanına yollayayım sizi, siz insanlıktan anlamıyorsunuz size hayvanlaşmak lazım!"
Alparslan'la aynı anda tekrar ettiğim cümle ile Alperen'in irileşen gözlerine hafifçe kıkırdadım.
"Bak şimdi burada devreye ben giriyorum"
Koridorda yürümeye başladığımda giydiğim kıyafetten veya buradaki hemşireler harici tek kadın olmamdan dolayı dikkat çekmeye başlamıştım, insanlar bana baktıkça hızlanıyor ve Alparslan'ın görüş açısına girmeye çalışıyordum.
Birkaç adım kala gördüğüm durgunlaşan gözlere karşı kaşlarını çattım, Alparslan'ın yanında doktor önlüğü ile duran adam muhtemelen onu sakinleştirmek için burada bulanan en sabırlı doktorlardan biriydi.
"Serdar bak, bak bundan söz ediyorum işte! Her yerde Asiyemi görmeye başladım ben, bu kurşunları çıkarttığınıza emin misiniz?"
Doktor tam konuşacakken bana baktı ve şaşkınlıkla Alparslan'a döndü.
"Alparslan, yanında durup seni dinleye dinleye bende görmeye başladım sanırım. Ulan manyak herif benide delirttin! Sedefe sen anlatırsın artık derdimi"
Konudan bağımsız Sedef'in kim olduğuna dair olan merakım alevlendiğinde kendimi tutamadan dudaklarımı araladım.
"Sedef kim ya?"
Alparslan bana dönüp hızla cevap verdi
"Serdar'ın eşi, aynı senin gibi o da- Asiye!"
Yanına geldiğimden itibaren tüm vücudunu gözden geçirmiş ve ağır bir yarası olup olmadığına dikkat etmiştim. Kaşlarımı çatıp ona doğru yürümeye başladığımda Alparslan'ın dudaklarından birkaç kelime döküldü.
"Aha şimdi sıçtık"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yayla Çiçeğim / yarı texting
Novela Juvenil0543x: Geldin yine yaylaya güneşle beraber, kaç gündür sisliydi. 0543x: Gönlüme açtırdığın Güneşi bir bilsen, yaylayı kasıp kavururdu anasını satayım! Asiye: Kimsin? Gerçekten bir telefon sapığım eksikti! 0543x: O nasıl laf Asiye, sapık falan ayıp o...