44- RÜZGAR

17.6K 2K 2.1K
                                    

3 ay sonra...

Hafif rüzgar ağaçların dallarını bir kayık misali sallarken kuş cıvıltıları eşliğinde yürümeye devam ettim. Sararmaya başlayan yeşil ağaçlar ve bitkiler bu kasvetli havaya uyum sağlıyor gibiydi.

Sonbaharın döktüğü yaprakların arasında aşina olduğum bu yolu hiç düşünmeden yürüdüm. Elimdeki poşete rüzgar değdikce garip bir ses çıkarıyordu.

Bahçenin girişinden, binanın olduğu kısıma ilerledim ve dışarıdaki üç beş insana baktım. Gözlerimle etrafı tarayıp tekli bankta oturan bedeni fark ettim.

Rüzgarlı havaya inat beyaz kısa kollu bir tişört giymişti ve altında gri eşofmanı vardı. Omuzlarını düşürmüş, iki elini önünde kavuşturmuş öylece oturuyordu.

Gözleri dalmış, ifadesiz bir suratla öylece oturuyordu. Dudaklarıma bir gulumseme yerleştirdim ve binaya dönük vücudumu ona çevirip yanına ilerledim.

Önünden geçip yanına oturduğum sırada kim bilir kaç dakikadır boş gözlerle izlediği boşluktan gözlerini ayırdı, kaşları hafiften çatıldı. Bir çocuk gibi küsmüş ifadesiyle bakıyordu bu sefer önüne.

Poşeti kenara koydum, solgun yüzünü yandan inceliyordum.

"Soğuk havada sana kısa kolluyla çıkma dememiş miydim?" azarlar bir tonda konuşsamda oldukça sakindim.

"Bari buna karışma." dedi Erdem, çatallaşmış sesiyle. Uzun süredir konuşmadığı belliydi.

"Karışırım, hasta oluyorsun." dedim ceketimi çıkarırken, siyah kot ceketi onun omuzlarına koyup üzerine örttüm, itiraz etmedi.

"Çok umrundaymış gibi konuşma." dediğinde gülmeden edemedim.

"Umrumda."

Gülümsediğimi görünce kafasını çevirip yüzüme baktı, gözleri rengini kaybetmiş ve gözaltıları ise mor halkalar halinde çökmüş, günlerce uyumamış gibi bir hal almıştı.

Bembeyaz olmuş yüzü, o günü unutturmuyordu.

Komada geçirdiği üç günü, bir hafta boyunca hastanede yatmasını.

Ve daha sonra zor bela kendisine iyi gelecek olan bu ruh sağlığı ve madde bağımlılığı hastanesine gelmesini.

Ortalama iki aydır buradaydı ve Erdem'i buraya zorla yatırdığımdan beri bana kinliydi. Yani onun haline bakılırsak küçük bir çocuk gibi küsmüştü.

"Sana kağıt helva getirdim." küçükken çok severdi, daha doğrusu severdik. Gerçekten bunu seviyor muydu yoksa ben sürekli yiyorum diye mi öyle göstermişti bilmiyordum ama her getirdiğimde küs olsa bile elimden aldığına göre kendiside seviyordu.

Göz ucuyla baktı bana, kağıt helvayı çıkarıp gülümseyerek ona uzattım. İtiraz etmeden aldı ama yemedi, odasına götürüp orada yediğini biliyordum.

"Murat," dedi bana dönüp, ruhsuz bakıyordu gözleri. "Ne zaman çıkacağım burdan?"

"Yavrum, bilmiyorum." dedim ona biraz yaklaşıp, gerçek anlamda bilmiyordum çünkü madde konusunda ilaçlar sayesinde iyi olsa da psikolojik açıdan hâlâ çok büyük bir yol katedememişti.

"Ne demek bilmiyorum?" diye sinirlendi. "Nihal Ziyagil gibi oturuyorum burda tüm gün."

Bu dediğine istemsizce gülüp elimi yanağına uzattım, soğuk tenini okşadım. Burada biri görecek diye korkmuyordum. Etrafımız delilerle doluydu zaten.

"Biraz çaba göstermen gerek." dedim, daha iyi olacağını biliyordum ve inanıyordum. Anne ve babasının aksine, ona inanmayı seçmiştim.

Kafasını iki yana sallayıp yeniden önüne döndü, dudaklarını büzdü bir çocuk gibi ve kaşları çatıldı.

YARABANDI -GAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin