•YAĞIZ•
Banu'nun girdiği odadan çıkmasını bekledik bir süre. Çıktığında örttüğü kapıya yaslanıp derin bir nefes salmıştı. Bakışları bizi buldu. Elini dudağına götürüp konuşmamamız gerektiğini belli etti. Benim odama doğru geçti. Peşinden gittik. Kapıyı örttüğümde bir eli belinde diğer eli alnını tutar vaziyette odada volta atmaya başlamıştı bile.
"Şerefsiz," dedi kendi kendine konuşur gibi. "Adi köpek! Yavşak pezevenk! Orospu çocuğu..."
"Banu yavaş," diye araya girdi Tolga.
Banu olduğu yerde durdu. Tolga'ya baktı kızgın gözlerle. "Kızın halini görmedin mi?"
"Gördüm," dedi Tolga sakin bir sesle. Sakin olmadığını biliyordum.
"Kızın suratını demiyorum Tolga. Bedenini gördün mü?" Cevap bekler gibi duraksadıysa da amacı bu değildi. "Sırtına nasıl bir sopayla vurdularsa sopanın ucunun kırıkları ayrı delmiş, kendisi ayrı kızartmış. Bir de gardırobun aynasından..." durup elini alnına atıp sıktı. Gözlerini bir saniyeliğine yummuştu. "Gardırobun aynasından bacağındaki yanık izlerini gördüm. Daha önce olmuş olmalı. Onları benden gizledi. Muhtemelen sıcak bir şeyle ya da belki..." diye devam edecekken Tolga onu kendine çekmişti.
"Şişt... Tamam, tamam. Anladık."
"Anlamadın," dedi Banu. Yüzü Tolga'nın göğsündeyse de bana bakıyordu. "Ona ezik, dedim. Aşağıladım ben. Duyduğunu bilmiyordum." Tolga neden bahsettiğini anlamamışsa da ben anlamıştım. Mutfaktaki olaydan bahsediyordu. "O kız bu muamelede yaşarken ben de onu aşağıladım."
Tolga sırtını sıvazlıyordu onu sakinleştirmeyi umarak. "Öyle düşünmediğini biliyoruz," dedi. "Kendine kızma." Banu hâlâ bana bakıyordu. Bakışlarını kaçırdı. Yüzünü Tolga'nın göğsüne gömdü.
Utanmıştı. Çünkü tam da öyle düşünmüştü. Melek'in ardına gizlendiği için ezik karakterde biri olduğuna, sürekli birilerine yaranmak için işlere atılmasını hamallığa alışkın olduğuna yormuştu. Onu bu hale getirenleri ve yetişmiş olabileceği şartları düşünmemişti. Ardından da olsa söylenirken yakalandığı şeylerden bu yüzden utanıyordu. Çünkü biliyordu. Kızı görmese devam edecek, başka şeyler de söyleyecekti.
"Tolga," diyerek araya girdim. "Muhtar."
Tolga unuttuğunu hatırlamış gibi Banu'dan ayrılmıştı. "Kız sana emanet. Muhtar'ın eviyle alakalı malumatı akşamki toplantıda alırım."
Başını salladı. "Sağlık ocağına uğrayıp göz damlası da alın. Gözü fena yanıyordur."
Tolga'yla evden çıkacakken kızı Banu'nun kapısında beklerken bulduk. Tolga'ya bakıyordu. "Şey... Telefonunu kullanabilir miyim?"
Tolga elini cebine atarken sorarcasına baktı.
"Melek beni teyzemde biliyor. Eğer ararsa teyzem ona çaktırmasın. Hem dayım Lütfü'ye kızdı biraz. Muhtemelen teyzeme gitmiştir. Ona da iyi olduğumu söylemiş olayım."
Tolga parmak iziyle açtığı telefonu kıza uzattı. Kız hemen ezberinden numarayı tuşlayıp kulağına götürmüştü. Muhtemelen ezberinden bildiği sayılı numaralardan biriydi. Bizden uzaklaşmadı. "Alo, Nazire Teyze. Benim..."
Benim... Kim olduğunu söyleyecek bir ismi yoktu. Kendini tanıtabileceği bir isim ona verilmemişti. Teyzesinin onu sesinden tanımasından başka çaresi yoktu.
"Evet, benim. Lütfü yanında mı?" Bir süre dinledi. "Benim aradığımı belli etme." Lütfü oradaydı. "Teyze ben Melek'e sana geldiğimi söyledim. Ararsa beni sormak için. 'Dağa çıktı, peynir için ot toplayacak,' de." Teyzesi biraz uzun konuştu. Kız araya girmek için fırsat kolluyordu. "Yok, yok teyze. İyiyim. Bir şey yapmadı. Sadece bir iki fiske."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEK ÇİÇEĞİ
General FictionVan'ın İran sınırındaki bir köyüne Şebeke isimli yapılanmayı kurutmak üzere gönderilen 6 asker. Görev aslında basittir. Paravan bir operasyon düzenle, Şebeke'yle ilişkisi olan herkesi tespit et, Şebeke'ye sız ve onu parçalayarak yok et. Bunları yapm...