•YAĞIZ•
Gözümü sanki hiç kapatmamışım gibi açtığımda karanlık tavana bakarken bulmuştum kendimi. Komodinin üzerindeki telefonu çekip saate baktığımda yine dört sularıydı. Kaçta yatarsam yatayım yatakta beşi gördüğüm zamanları hiç hatırlamıyordum. Üstüne düşünmedim. Telefonu bırakıp kalktım. Soğuk suyla yüzümü yıkayıp beni asıl ayıltacak olan koşuya çıkmak için üzerimi değiştirdim.
Odadan çıktığımda karanlık koridorda tek bir odanın kapısı açıktı. Başta Banu'ya ait olan ama şimdilerde kimliksiz kıza verdiğimiz odaydı. Bilerek açık bırakıp bırakmadığını bilmediğim için kapatmadan önünden geçecekken odanın boş olduğunu gördüm. Belki su içmek için aşağı inmiş olabileceğini düşünerek evden çıktım.
Bedenim yorulup, zihnim açılana dek köyü turladığımda gün doğarken kendimi yine çeşmenin başında bulmuştum. Elimi yıkayıp avucuma doldurduğum sudan içtiğimde yine o tanıdık hisle ferahlayıp doyduğumu hissettim. Çeşmenin kenarındaki taşlığa oturduğumda köy halkı için uyanma vakti olduğunu gıcırtıyla açılan kapılardan anlayabiliyordum. Önümden daha evvel bir kez görüp görmediğim yüzler baş selamı vererek geçerken biraz ilerideki bir evin kapısı açılmış ama kapanma sesi gelmemişti. Kapının girişinde tanıdık bir çift öfkeli bakışlar beni izliyordu çünkü. Yerimden kalkmadan bekledim. Biliyordum, o bana gelecekti.
Öyle de oldu. İki farklı ayak sesi bana yaklaşırken yerimden ağırca doğrulmuştum.
"Kız nerede lan?" diye diklenen Lütfü'yü ardından gelen babası hışımla çekip ardına almıştı.
"Komutan," dedi oğlunun aksine daha alçak bir sesle. "Aile arasındaki mevzu çok uzadı. Tamam, dediniz gelsin bize iş görsün, maaşıyla çalışsın, kabul ettik. Ama artık gönderin gelsin. Gören, duyan olacak adını çıkartacaklar."
Kızın adını çıkartmak, lekelemek için gören duyan birilerine ihtiyacı olmadıklarını bize dün Abdullah sofrada kanıtlamıştı. Bu aile kendi kirli düşünceleriyle zaten kıza haksız ithamlarda bulunmuşlardı. Hiçbir şey olmamış gibi onlara teslim etmek demek bir de iftiralar yüzünden baskı ve zulme göndermek anlamına gelecekti. Bu kabul edilemezdi. Kızın dayısına hitaben konuştum. "Yatılı çalışan olması hususunda Tolga Komutanla anlaştığınızı sanıyordum."
Lütfü boynundaki damarları gerecek şekilde Kürtçe bir şeyler mırıldandığında bakışlarım hızla onu bulmuştu. "Türkçe konuş," diye uyarıda bulundum. "Türkçe konuş ki dediğini anlayabileyim." Kasılan çenesiyle bana baktı sadece. Dediğini çevirmedi.
Babası devam etti. "Öyle olur mu hiç gözünü seveyim? Bekar kızdır, bir adı çıksa..."
"Kızın adını çıkarmaya kim cesaret edecek?" diyerek böldüm adamın konuşmasını.
Bu kız, bizim Muhtar'ın eviyle, Efsun'la bağlantı kurma çabamızda temizliğe yardıma gelmiş, yine aynı sebepten bizim kahvaltı davetimize icabet ettiği için dövülmüştü. Bizim başlangıç noktamızda zarar görmesine sebep olduğumuz bir sivildi. Bu yüzden onu korumamız kadar doğal bir şey yoktu ki içinde bulunduğu durum fazlasını yapmaya itiyordu vicdanlarımızı. Bu kez de yanımızda tuttuğumuz için ona zarar verecek olmamız gündeme getiriliyordu. Benim için hiçbir anlam ifade etmeyecek söylentilerin buralarda yetişmiş ve yaşayacak olan kız için her şey demek olduğunun bilincindeydim. "Her kim buna cüret edecek olursa karşısında bizden birilerini mutlaka bulacaktır, endişeniz olmasın." Tabii endişeleri buysa.
Lütfü, babasının kolunu önünden çekip karşıma geçti. Sanırım Türkçe bir şeyler söyleyecek cesareti kendinde bulmuştu nihayet. "Bana bak Komutan. Ağzımı açmıyorsam sebebi bunlar," derken agresif bir hareketle babasını işaret ediyordu kafasıyla. Tavrı bende hiçbir etki yaratmamıştı. "Ama o kız bu eve akşama dek gelecek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEK ÇİÇEĞİ
General FictionVan'ın İran sınırındaki bir köyüne Şebeke isimli yapılanmayı kurutmak üzere gönderilen 6 asker. Görev aslında basittir. Paravan bir operasyon düzenle, Şebeke'yle ilişkisi olan herkesi tespit et, Şebeke'ye sız ve onu parçalayarak yok et. Bunları yapm...