[HUİT]

1.2K 97 13
                                    

Merdivenden inerken düşündüklerim bunlardı, ama 2. Kata indiğimde düşüncelerim bile susmuştu. Çünkü Bay kim Jireun'u öpüyordu...alnından. Onu öpüyordu...öpüyor...öpmek...Jireun'u...

Gözlerim istemsizce dolarken, kendime lanet ettim. Buna ne hakkım vardı ki? Kıskanmaya ne hakkım vardı? Ben onun gözünde öğrenciden başka bir şey değilken, onu kıskanıyor olmam ne haddimeydi.

Görüş açım giderek buğulanırken, savsak adımlarla merdivenden inmek için harakete geçmiştim ki, Jireun'un beni fark etmesi ve bana seslenmesiyle bu haraketim başarısızlıkla sonuçlandı. Bu kız benim adımı ne ara öğrenmişti ya!

"Jungkookie hyung!"

Ne kadar istemesemde bakışlarımı Jireun'a çevirdim. Yanında dikilen ve gözlerini bana dikmiş olan Bay kim'e bakmamaya çalışıyordum. Tabii ne kadar başarılı olabilirsem...

"Efendim Jireun?" Sesim mesafeli çıkmıştı ama o, tabii ki de bunu unursamadı.

"Aynı okulda olmamıza rağmen seni göremez oldum, arada uğrasana yanıma ya!" Diye hayıflandığında, şaşkınlık içerisinde ona baktım. Bizim böyle bir samimiyetimiz yoktu ki, ben neden onun yanına uğrayayım?

"Anlamadım jireun, biz seninle fazla samimi değiliz ki, Neden beni görmek isteyesin? Üstelik seninle doğru düzgün bir selamımız bile yokken?" Fazla mı ağır oldu bilmiyorum ama hak etmişti. Koridorda karşılaştığımız anlarda bile bana dönüp bakmayan kız, şimdi onunla takılmamı istiyordu resmen. Saçmalık. Ayrıca neden Bay kim'in yanında böyle bir tavır takınmıştı ki. Sanki bir yakınlığımız varmış gibi.

"Aşk olsun jungkook oppa! Ne demek samimi değiliz ya?" Diye cırladığında, bu sefer kaşlarım çatılmıştı. Ne saçmalıyor bu kız?

"Bebeğim bunu sonra konuşursunuz tamam mı? Hadi gidelim artık." Aramızda geçen garip bakışmayı bölen bay kim'in sesiydi. Daha doğrusu benim gözlerimi jireun'dan çekme sebebim, ona söylediği kelimeydi. Bebeğim demişti değil mi? Ben yanlış duymadım?

Gözlerimin yeniden dolmaya başlayacağını anladığımda, orada daha fazla duramayacağıma karar vermiş, hızlı adımlarla tekrar merdivene yönelmiştim.

Kendimi hışımla okuldan dışarı attığımda, ne sınıfta kalan çantam umurumdaydı ne de bardaktan boşalırcasına yağan yağmur. Tek derdim okuldan olabildiğince uzaklaşmaktı. Ki öyle de yaptım.

Cebimdeki paramı kontrol edip Taksiye yeteceğine kanaat getirdiğim an, bir taksi bulup bindim ve sahil kenarına gitmek istediğimi söyledim. Sahile varınca parasını verip taksiden indim ve yağan yağmuru umursamdan kayalıklara oturdum.

İşte bu an, yalnız oluşumu fark ettiğim ilk andı.
Ne arkadaşlarım vardı yanımda ne de sevdiğim insan. Ailem...zaten hiç yanımda olmamıştı.
Bana bu yalnızlığımda eşlik eden tek şey, duygularımın dışa vuruşu gibi yağan yağmurdu. İçimi görüyor gibiydi ya da içimdeki fırtınaların gün yüzüne yansımış hali.
Kısacası sessizliğimin tek sesiydi, yağan yağmur.

Yağmurların sevdiğim bir özelliği daha vardı; ağladığımız an yaşlarımızı gizlerlerdi. Ben bu olaya hayalet yaş diyorum. Görünmez yaşlar. Yağmurun damlalarına gizleniyor yaşlarım. Üzgünlüğümü saklıyor yağan yağmur. Ağladığım anlaşılmıyor...

Aşk...bana çok uzak bir kavramdı. Hiç tatmadığım bir duygu. Bay kim'den hoşlanıyor muyum, yoksa ona aşık mıyım? İşte bunu bilmiyorum, çünkü daha önce böyle bir duyguyu tatmadığım için diğer hislerimden ayırt edemiyorum. Bu bir hayranlık bile olabilir, belki ben yanlış yorumluyorum hislerimi. Bunu asla bilemeyeceğim.

professeur de français || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin