but now I'm bleedin'

1.5K 166 24
                                    

Taylor Swift, Cardigan

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Taylor Swift, Cardigan.

---

Kim Taehyung,
Ertesi sabah,
09.22

Salonda, elimde hayal kırıklıklarımla öylece oturuyordum. Sancılar kalbimden damarlarıma, damarlarım yoluyla da tüm vücuduma yayılıyordu. Bana neden bunu yapmıştı, canımı alacaksa beni neden kendine aşık etmişti? Dudaklarımda, aslında bedenimde öptüğü her yerde çizikler var gibi hissediyordum şimdi. Beni kandırmıştı, beni sevdiğini söylemişti ve beni kandırmıştı. Ben bunları hak etmiş miydim gerçekten?

Hayatım boyunca gerçekten sevildiğimi hissettiğim anları toplasak iki elimin parmaklarını geçmezdi. Şimdi gerçekten onunla sevildiğimi hissederken, hissettiklerimin karşılığının bir oyundan ibaret olduğunu öğrenmek beni paramparça etmişti. Her şeyimdi, her şeyim yapmıştım onu. O ise içimdeki her şeyi bitirmek için elinden geleni yapmıştı.

Şimdi duygusuz gibiydim. Dün akşam içim çıkarcasına ağladıktan sonra salona indiğimde, gözümden bir damla yaş bile düşecek yüzü bulamamıştı kendinde. Kızıyordum kendime, nasıl bu kadar kapıldım, diyerek. Yapmamalıydım, bir şey olacağını hissetmeliydim. Ona bu kadar kapılmamalıydım.

Merdivenlerden gelen adım sesleriyle tüm bedenim uyuştu. Nasıl yüzleşecektim, ne diyecektim; bilmiyordum. Acı her yanımdaydı, aşkın nasıl bir sancı olduğunu henüz yeni öğreniyordum. Hiç sevmemiş gibiydim, ondan önce kimseyi sevmemiş gibiydim ve şimdi o kadar yanıyordu ki canım...

Adım sesleri yaklaştıkça yaklaşıyordu. Vücudum zangır zangır titriyor; ne soracağım, hesap sormalı mıyım diye içim içimi yiyordu. Hırçın bir canavar tarafından tüm iç organlarım paramparça ediliyor gibi hissediyordum. Demek bu yüzdendi ara ara karamsarlaşışım, zayıflayışım, ayağa kalkmakta bile zorlanışım...

“Güzelim, ne oldu sana böyle?”

Kapı pervazında, bir eli dağılmış saçlarında kafasını kaşırken, diğer eli öylece yanında duruyordu. Hızlı adımlarla yanıma geldi, dizlerimin ucuna oturdu.

“Hey, sorun ne? Anlat bana bir tanem, buradayım.”

Yalan, yalan, yalan... Daha çok yalan söylüyordu bana, daha çok acıtıyordu canımı.

“Neden yapıyorsun bunu bana?”

Kaşları anlamıyormuş gibi çatıldı, benim de gözlerim doldu. Kırılıyordum, gerçekten kırılıyordum. Anlamıyormuş, bilmiyormuş gibi yapıyordu hâlâ ve suratına bağırmak istiyordum. Yapma, beni daha fazla kandırma demek istiyordum ama sesim çıkmıyordu.

“Ne yapıyorum, Taehyung?”

Gözyaşlarım saatler sonra ilk defa tekrar akmaya başladığında, bir eli hemen yanağıma gitti. Refleksle hemen suratımı çevirdim, yanağıma dokunamadı ve eli havada kaldı. Şaşırmıştı, yüzünden anlayabiliyordum.

“Ben sana her şeyimi verdim, Jungkook. Tüm hayatımı sen yaptım, sana göre hareket ettim, seni sevdiğimi söyledim; herkesten çok. Ama sen... Jungkook, sen nasıl yapabildin bana bunu?”

Gözlerindeki kaygıyı gördüğümde, daha çok garipsedim, daha çok sorguladım içimdeki bir şeyleri. Güzel oynuyordu, çok güzel oynuyordu. Sahte bir sevgili rolünü çok güzel oynuyordu.

“Ne yaptım, ne yaptım ki ben?”

Sesi titreye titreye söylediği cümle sinirlerimi bozarken, gözlerimden yaşlar daha şiddetli akmaya başladı. Anlamamazlıktan gelemezdi.

Jungkook, bana ailem olduğunu söyledin. Öldüreceksen neden kendine aşık ettin?”

Yüzü şaşkın bir ifareye büründüğünde ne olduğunu sonunda kavrayabildiğini fark ettim. Gözleri bir anda doldu, güzel irislerinde bir şeyler kırılmış gibi duruyordu.

“Sen, nasıl öğrendin?”

“Lideriniz Kratos, iki elçi yolladı buraya. Onlar anlattılar. Neden yaptın Jungkook? Neden kandırdın beni? Şimdi gerçekten, senin ellerinde ölecek miyim?”

Onun da gözlerinden yaşlar akarken, iki eliyle ellerimi tuttu. Geri çekip ellerimi bırakmasını sağladığımda tekrar bir şekilde ellerimi yakaladı ve sıkı sıkı tuttu.

“Hayır, hayır sevgilim. Ben sana yalan söylemedim, her şeyimsin. Lütfen dinle beni, sana her şeyi anlatacağım.”

Bu kelimeler artık benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Sadece tek bir sorunun cevabını istiyordum.

“Sana tek bir şey soracağım, tek bir şey.”

Son kelimelerimi bastıra bastıra söylediğimde, gözlerimin en içine baktı. Yalan söylüyordu, tüm bu ağlamaları yalandı. Biliyordum, beni kandırmaya çalışıyordu.

“Beni neden kandırdın?”

Hıçkırarak ağlamaya başladı, yüzünü, tuttuğu ellerime gömdü. Tüm vücudu titrerken konuşamadı, sadece sustu.

“Ağlama, beni tekrar kandırma, n'olur.”

“Taehyung, yemin ederim yapmayacaktım. Ben sana kıyabilir miyim? Ne olur, dinle beni.”

Başımı iki yana salladım, ellerimi tekrar çektim ellerinden. Ayağa kalktım ve elime telefonumu alıp odama çıktım. Arkamdan o da çıktı, konuşuyordu, duyamıyordum. Gitmememi söylüyordu ama artık ona inanmamam gerektiğini biliyordum.

Ceketimi odamdan alıp beklemeden üzerime giydim ve evden çıktım. Arkamdan bağırdığını duyuyordum ama dönemezdim. Bastırdığım hıçkırıklarım, yürürken yine baş gösterdiğinde elimi ağzıma kapattım. Kimsenin düştüğümü görmesini istemiyordum.

Dakikalar içinde gidebildiğim kadar uzağa gittiğimi ama Jimin'in evine bu gidişle erken varamayacağımı fark ettiğimde hemen Jimin'i arayıp cümlelerimi toparlamaya çalışarak beni almaya gelmesini söyledim. Onaylayıp Yoongi'ye haber vereceğini, birazdan burada olacaklarını vesaire söyledi.

Telefon kapandığında olduğum yerde öylece durdum. Biraz kendime gelebildiğimde Jimin'e konum attım ve dakikalar içinde yanımda durdu Yoongi'nin arabası. Ön koltuktan fırlayıp yanıma koşturan Jimin'in yüzü beni gördüğü gibi kaygıya büründü.

“Canımın içi, ne oldu sana böyle?”

“Her şeyim, aslında hiç benim olmamış, Jimin. Hep bir yalan peşinde koşmuşum.”

---

Yazabildiğim kadar yazdım, umarım hoşunuza gitmiştir. Hepinize kocaman öpücükler ♡

Not: Bir sonraki bölüm Jungkook'un ağzından. :))

son of a devil • taekook ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin