Chapter IV

167 27 17
                                    

"Ölmeden önce en son ne yemek isterdim biliyor musun, Teddie?"

Gardiyan soğuk bir tavırla cevap verdi.

"Benim adım Teddie değil."

"Evet ama sana Teddie diyebilirim değil mi?"

"Hayır diyemezsin."

Duvarının üstündeki pencereden sızan ışık hüzmeleri dışında hapishane hücresi tamamen karanlıktı. Gecenin bir yarısı hala uyumamış olan genç idam mahkûmu gardiyanlarla çene çalmaya çalışıyordu. Ağzında ona akşam yemeği olarak verilen bayat ekmekten aldığı küçük ısırıkla konuşmaya devam etti.

"Teddie'ciğim biliyorsun. Siz tapınak şövalyeleri bazen biz zavallı idam mahkûmlarının son vasiyetlerini yerine getirmek gibi küçük bir iyilik yapıyorsunuz, yanlış duymadıysam tabi. Sizden tek ricam şu zavallı küçük çocuğa son bir kez acıyın. Sadece adam akıllı bir et yemek istiyorum ya... Tereyağlı ekmek de olur. Bilirsiniz biz kölelerin pek yemek seçme fırsatı olmaz. Önerebileceğiniz bir tane varsa o da olur. Düşündüm de aslında-"

"Hey velet, kapa şu çeneni! Uyumaya çalışıyoruz şurada!"

Yan hücreden gelen bu sinirli bağrışla birlikte genç idam mahkûmunun sözü yarıda kesildi. "Pekâlâ!" diye seslendi çocuk. "Sana iyi uykular!" ve sonra tekrar önündeki gardiyana döndü.

"Ne diyordum?" Genç mahkûm gülümsedi. "Ah, sevgili Teddie, biliyorsun yaşamak için sadece iki güncüğüm kaldı ve eminim bu sarayda yok yoktur. Sadece hayatım boyunca insan gibi tek bir düzgün yemek yemek istiyorum. Duyduğuma göre en ağır suçları işleyen idam mahkûmlarına bile bu şansı veriyormuşsunuz. Söylesene neden bana da vermiyorsunuz?"

Gardiyan siyah saçlı, üstü başı kir içindeki esmer çocuğa iğrenir bir bakış attı. Bir hamam böceğine bakar gibi bakıyordu. Derhal ezilmesi gereken hastalıklı bir haşere gibi.

"Uzatma, böyle bir şey olmayacak."

"Vasiyetimi söylesem?"

"Vasiyet hakkın yok."

"Neden? Ben insan değil miyim?"

"Onlar senin gibi itaatsiz bir köle değildi."

Çocuk bu hakarete karşılık sadece güldü. "Ah, lütfen. Kalbimi kırıyorsun Teddie."

Gardiyan daha fazla dayanamadı ve aniden ayaklanıp hücrenin parmaklıklarının ardındaki genç adamın yakalarını kavradı. "Bana bak, çocuk. Eğer susmazsan iki gün daha beklemem, şuracıkta gebertirim seni!"

Bununla birlikte çocuğun kafası sert bir şekilde hücrenin demir parmaklıklarına çarpmıştı. Ama artık hiçbir şey canını yakmıyordu. Ne hakaretler ne küfürler ne yumruklar ne de sopalar...

Hemen yanındaki gardiyan arkadaşı yanına gelip aceleyle ikisini ayırdı. "Hey! Mahkûmlarla etkileşimde bulunmanın yasak olduğunu bilmiyor musun? Hemen uzaklaş ondan!" Genç adamın yakalarına yapışmış adam sinirinden gülmeye başladı.

"İnan bunu senden daha iyi biliyorumdur Richard ama kaç yıllık iş hayatımda bu yerden bitme kadar çenesi düşük bir mahkûm görmedim. Hücreye atmadan önce ağzını tıkamadığımız için çok pişmanım. Bu hergelenin cidden bir köle olduğuna emin miyiz?"

"O doğma büyüme bir köle. Lord Herberd'ın 8 yıllık kölesi, aynı zamanda katili ama şimdi konuştuklarına bakılırsa bir köle olduğuna inanmak gerçekten zor."

"Valensiya'dan geldiğini duydum. Belki bir çingene falandır? Bu herifler iç çamaşırına kadar varını yoğunu çalıp kaçsa ruhun duymaz."

"Çingene mi? Sanmıyorum. Şu gözlere bak. Çinli ya da Japon falan olmalı."

Merry-Andrew&Betrayer || woosangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin